...
Başlık : HAK MI?
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

 

     Mırıl mırıl çocuk sesi korosu. Çocuklardan birinin annesi; ‘sürekli çocuklarla berabersiniz bu gürültüye nasıl dayanıyorsunuz?’  ‘Gürültü değil ki, ahenkli müzik sesi bu, dünyanın bütün enstrümanlarının yer aldığı orkestra.’ O sırada hırçın bir ses ‘Haksızlık bu, sıra bendeydi.’ Başımı uzatıyorum, altı yaşında bir erkek çocuğu. Oyunda sırasını arkadaşı almış. Öğretmen hemen durumu fark edip, kuralları uygulayıp, haklı olanı öne alıyor.

    ‘Bu bayram, törende şiiri ben okuyacaktım, öğretmenim hep aynı kişilere okutuyor, okula gitmeyeceğim, törene katılmayacağım.’ Anne dayanamıyor, soluğu okulda alıyor. Öğretmenden hesap soruyor. Nasıl yaparsınız, hep aynı çocuklar, haksızlık bu, benim çocuğum niye şiir okumuyor?’ Öğretmen; ‘Sınıf mevcudu yirmi beş, bir yıldaki milli bayram sayısı dört. Her çocuğa şiir okutamam, bir de okul müdürünün isteğine uymam gerekiyor.   Yıl boyu her etkinlikte görev dağılımını adaletli yapmaya çalışıyorum, ’diyor.

     Çocuk yavaş yavaş kendi hakkını kendisi almaya başlıyor. Karakoldan arıyorlar anneyi, babanın çok işi var gidemiyor. Anne nefes nefese karakolda. Odada beş altı anne-baba kendisine çakmak gözleriyle saldırmaya hazır haldeler. Her kafadan bir ses çıkıyor. ‘Çocuğunuza terbiye vereceksiniz, bu kaçıncı?’ ‘Sizin çocuğunuzun öfke sorunu var, psikoloğa götürün.’ ‘Şu anda kaç kişi hastanede biliyor musunuz?’ ‘Hepimiz şikayetçiyiz sizden ve kızınızdan.’

‘Kızım iyi misin? Saçının başının hali ne? Eşofmanın yırtılmış, kim yaptı sana bunları? Yüzün de tırmık izi, kulağın kıpkırmızı, kolun mu morarmış senin? Neler oluyor, neden çağırdınız beni polis bey? Kızımı bu hale getirenlerden şikayetçiyim. Cezaları verilmeli. Görünce babası ne der ne yapar bilemem?’

‘Herkes sussun beni dinleyin,’ diyor polis.

‘Hanımefendi kızınızın gittiği dershanede bir sorun yaşanmış, dersin ortasında kızınız çantasından bir kavanoz çıkarıp kapağını açınca arılar sınıfın ortasında birkaç öğrenciyi sokmuş, öğrenciler kızınızla kavgaya tutuşmuş, kızınız herhalde karateye gidiyormuş, tekme -tokat diğer öğrencilere saldırmış, elbette diğer öğrenciler de ona ve çıkan arbedeyi öğretmenler zor yatıştırmış. Arı sokan çocuklar, çıkan kavgada düşüp başını vuran ve ayağını çarpan öğrencilerle, onları ayırırken burnuna yumruk gelen öğretmen de hastanedeler. Sizin kızınız da az değilmiş, onun aldığı darbeler hafif. Şimdi hepinizin ifadelerini alacağım, ifade verenler evlerine gidebilir. Adres ve telefonlarınız bizde, size bilgi verilecektir. Siz kızınızla burada kalın.’

     Kızın başı önünde, söylenenleri dinlerken annesinin yüzüne bakıyor ara sıra, sanki tepkilerini ölçüyor. Anne her ne kadar kızını koruyorsa da sanki kendini ve onu suçluyor gibi sessizce. ‘Önce seni dinleyelim kızım. Kaç yaşındasın?’ ‘On yedi.’ Anne;’ On altı buçuk.’       ’Siz sıranız gelince konuşun, kızınıza müdahale etmeyin.’ ‘Ne oldu, bir de sen anlat kızım.’

‘Ben bu dershaneye burslu geldim. Sınavda derece yapmıştım. Benim okuduğum lise gecekondu mahallesinde. Babam kâğıt toplar, annem temizliğe gider. Biz üç kardeş onlara yardım ederiz. Gece toplamaya erkek kardeşim çıkar, ben merdiven silme gibi acil işlerinde anneme yardım ederim. Kursun ilk günlerinde iyiydi. Sonra bunları öğrenmişler. Ben her sınavda derece aldıkça, aşağılandım. Daha da çok hırslandım. Annemle spor salonu temizliğine gittiğimde karateyi öğrenmeye başladım. Yok giysin, yok saçın-başın, kantinden olmayan yemeğin derken bana diş bilemeye kalktılar. Son sınavda arkamda oturan çocuk eşofmanımın belinden kara böcek koymuş, bacaklarımda dolaştığını hissettim. Elimi gezdirdim, yakaladım. Çıkarıp görünce çıldırdım. Bütün sınıf güldü, alay ettiler. Terk ettim orayı. Kinlendim, öcümü almam lazımdı. Sınavdan üç defa doksanın altında not alırsam burs hakkımı kaybediyorum. Hem ders çalıştım hem de nasıl yapacağımı planladım. Onlar unuttu, ben bilendim. Hepsinden aynı anda öcümü böyle aldım. Oh olsun. İçim ferahladı. Bir daha yapsınlar daha fena olur.’

Polis sol elini çenesine koydu, sağ eliyle kafasını kaşıdı, durdu, düşündü. ‘Haklısın kızım. Anladım ben seni.’ dedi. Arkasından gelen ama, fakat ile başlayan cümleleri duymamak için kulaklarını tıkadı kız. Polis resmi işlem yapmadı, bıraktı anne- kızı. Bir daha böyle bir şey yapmayacağının sözünü alarak.

     Okulu bitirince hemen evlenmişlerdi, her şey güzel gidiyordu. Sözdü, nişan-düğündü derken çok yıpranmıştı ilişkileri. Okuldan arkadaş, otuzlu yaşlarda, işi gücü olan anlaşan çifttiler. Nişanda maaşlarını birleştirmişler, ailenin desteğiyle zorunlu ev eşyalarını almışlardı. Kadın bütçeyi yapıyor, taksit, kredi kartı, mutfak masrafları derken geriye pek bir şey kalmıyordu. Kıt kanaat geçinseler de mutlu olduklarını düşünüyordu. O ay maaş artışlarını da alınca ilk defa şehir dışında hafta sonu tatili yapacaklardı. Cuma akşamı işten gelmiş çorba karıştırıyordu kadın. Nasıl olsa yarın gittiğimiz yerde yöresel lezzetleri tadarak bolca yeriz, bu akşamı geçiştiriverelim diye düşündü. Anahtarın sesinden eşinin geldiğini anladı. Adam arkasından sarıldı ona öptü saçlarını. O sırada telefon çaldı. Telefonun sesi her zamanki gibi değildi. Başını çevirdi şaşırdı. Adamın elinde pırıl pırıl yeni bir telefon vardı. Söz dalaşı başladı. ‘Nasıl yaparsın? ‘Çok eskiydi, doğru dürüst çalışmıyordu, ihtiyaçtı aldım.’ ‘Hani yarın tatile gidiyorduk?’ ‘Gideriz ne olacak?’ ‘Hangi para ile? O telefon kim bilir kaç lira?’ Ağız dalaşı uzadı, sesler yükseldi, sinirler gerildi. Adam elini kaldırdı, tam vuracakken kadın bileğinden tuttu.  ‘O el bir daha kalkarsa, beni yok bil, ’dedi. Çorba taştı. Kadının da yüreği. ’Annem gibi olmayacağım, kazandığım parayı kocama yedirmeyeceğim. Bir kere olursa hep olur. Kararlıyım. Bu benim hakkım,’ dedi içinden.

     Ertesi gün işyerindeydi. Olanları anlatmadı işyerindeki can arkadaşına. Kafası bulanıktı. Kötü kötü şeyler geçiyordu aklından. Ayrılsam, kendime yeni bir hayat kursam. Annem ne der? Babam zaten eve bile almaz. Kardeşimin birini yanıma alsam okutsam, benim yaşadıklarımı o da yaşamasa. Evet, maaşına bir yıldan beri artış yapılmamıştı, oysa yan masada çalışan erkek arkadaşının kendine yapılmayan zammı aldığını öğrenmişti. Fazla mesai ücretleri de ödenmiyordu. İş verene gidip zam isteyecekti. Gecikmeden bunu yapmalıydı. Cesaretini topladı, ağır ağır yönetim odasına yürüdü. Sekreterin odasına girdi. Görüşmek istediğini söyledi. Toplantıdalardı. Bekledi. Nihayet içeri girdi ve kısık sesle durumunu anlatıp maaşına zam istedi. ‘Hayır, şu anda kimseye artış yapamam, şirketin durumu uygun değil, ‘yanıtını aldı. İşveren işten ayrılabileceğini söyledi. O zaman kıdem tazminatı? Kendi isteği ile ayrılınca alamıyordu. Kadın ama hakkım dediğinde işveren; Ne hakkı, madem istemiyorsun, anlaşamıyoruz, yarından itibaren gelme, muhasebeye uğra mesai çıkışı ilişkini kessinler ‘dedi. Uğradı muhasebeye, ancak şirkette yüz kızartıcı bir durum nedeniyle işine son verildiğini öğrendi. Eve gitti, tepindi. Ertesi gün iş mahkemesindeydi.

      Artık yaşlanmıştı, kocası yedi yıl önce bu dünyadan göçmüş, yapayalnız kalmıştı. Çocuklarının üçü de okumuş iş-güç sahibi olmuş, yuvalarını kurmuştu. Sırayla uğrarlar, hafta sonunda annelerinin eksik gediğini tamamlar, evini ve annelerini temizler akşam olunca kendi ailelerinin yanına dönerlerdi. Artık hastaydı. Zamanı gelmişti. O da kapadı sessizce gözlerini.

     Son yolculukta imam sordu. ‘Hakkınızı helal ediyor musunuz?’ ‘Ediyoruz, ’dedi uğurlamaya gelenler. Çocukları, torunları bütün sevdikleri. Kocasının kabri açıldı, yanına gömüldü. Hesap kapandı. Bu dünyada iki metre kare bile kendine ait bir yeri, alacağı yoktu.

‘Hak mı? ‘Dedi kızı.

Sayfa : 5