ELÇİN POYRAZLAR VE POLİSİYE DOSYASI Grafik Tasarım Özge Bucak
Elçin Poyrazlar ve Polisiye Dosyası “Kadının Yazması Siyasi Bir Eylemdir” / Aslı Zorba .....................................................................................3 Deklanşöre ne zaman basacağını bilen yazar: Elçin Poyrazlar / Nilgün Çelik ...........................................5 Sızıntı / Betül İğdeli ............................................................................................................................................6 Polisiye Romanın Yeni Bir Alt Dalı: Domestic Noir ve Elçin Poyrazlar’ın “Mantolu Kadın”ı / Gülçin Manka ..................................................................................................................9 Polisiye mi? / Filiz Bilgin .................................................................................................................................11 Binbir Gece Masallarındaki Polisiye Ögeler / Ş. Nezih Kuleyin .................................................................14...
Merhaba Gülçin Manka
2.Ünlü varoluşçu düşünür Jean Paul Sartre, “Yazmak, Niye Yazmak” başlıklı yazısında şöyle der: “…Eskiden edebiyatın salt bir değeri olduğunu, bir insanı kurtarabileceğini, ya da sadece insanları değiştirebileceğini (Bu olabiliyor bazı koşullar altında) sanırdım. Bütün bunlar bana eskimiş geliyor artık. Bu düşleri yitirdikten sonra insan yine de yazmaya devam ediyor, çünkü, psikanalistlerin dediği gibi, varını yoğunu yazıya yatırmıştır. (…) Ama, bir inancım kaldı, bir tek inancım. Ondan vazgeçmeyeceğim: Yazmak, herkes için bir ihtiyaçtır. Yazmak, haberleşme ihtiyacının en üstün şeklidir.”...
Deklanşöre ne zaman basacağını bilen yazar: Elçin Poyrazlar / Nilgün Çelik Nilgün Çelik
4. Elçin Poyrazlar. Kendisiyle Hep Kitap yazarları ile yaptığım söyleşi programında tanıştım. Daha önce karşılaşmadığımız için ve elbette etkinliğimizin dolu dolu geçmesini dilediğim için onunla tanışmak beni heyecanlandırdı. Son romanı Mantolu Kadın için bir aradaydık. Son derece aktif ve donanımlı. Gazeteci, polisiye roman yazarı, Türkiye Polisiye Yazarlar Birliğinin kurucularından ve İngiltere Polisiye Yazarlar Derneğinin de üyesi....
SIZINTI Betül İğdeli
5.Zizek Karl Marx, Alman saltanatı için, “yalnızca kendi inandığını hayal ediyor ve dünyanın da aynı şeyi hayal etmesini talep ediyordu”. “İktidardakilerin ayıbını göstermek bir silaha dönüşebilir” “Bu günde küresel düzenin efendileri karşımızda utanmaz bir sinizmle demokrasi, insan haklarına inandıklarını yalnızca hayal etmekteler.”, demektedir. Sızıntılar kitapta da belirtilen “çok tehlikeli bir silahtır”. Kalyanamkara et Papamkara (İyi Düşünceli Prensle Kötü Düşünceli Prens) adlı Uygur körünçünde (Tiyatro) mutlak mutluluğu arayan bir Bodisavat (Buda adayı) olan İyi Düşünceli Prens okyanuslara/manevi derinliklere girip yeryüzündeki eşşiz çintamani incisini (düşünce mücevherini/mutlak hakikati) bulmak ister. Böylece yeryüzünde bulunan tüm canlıların istekleri yerine gelecektir. Selin de tek başına kalsa da hayatı pahasına yola devam edecektir. ...
Polisiye Romanın Yeni Bir Alt Dalı: Domestic Noir ve Elçin Poyrazlar’ın “Mantolu Kadın”ıGülçin Manka Gülçin Manka
6.Polisiyenin, 21. yüzyılın doğurduğu bir alt türü olarak konumlandırılan ‘domestik şiddetin romanları’ ya da ‘domestic noir/chick noir’ türü; evliliğin aslında psikolojik bir meydan okuma ve bir suç mahalli olduğunu anlatan, kadın karakterlerin hem kurban hem de kaderlerini ellerine alan kahraman olarak merkezde durduğu romanlar olarak ifade ediliyor. Bu romanların ortak özelliğini incelerken, kadına karşı şiddeti evrensel boyutlarıyla karşı karşıya geliyoruz. Bir anlamda şiddetin, bütün dünya kadınlarını birbirine bağlayan kader olduğunu gösteriyor bu romanlar. (http://www.sabitfikir.com/dosyalar/hazir-yeni-bir-yilinbasindayken%E2%80%A6...
Polisiye mi? Filiz Bilgin
Polisiye mi? Filiz Bilgin Türk edebiyatında ise polisiye roman 1881 yılında çeviri romanlarla başlar. Dilimize çevrilen ilk polisiye roman Ahmet Münif tarafından tercüme edilen Fransız yazar Ponson de Terrail’in Paris Faciaları adlı kitabıdır. Bu dönemde polisiye tutkunu II. Abdülhamit’in sarayında bulunan tercüme bürosundaki tercümanlara binlerce cinai roman çevirttiği rivayet edilir. Ahmet Mithat Efendi 1884 yılında Esrâr-ı Cinayât adlı eseriyle Türk Edebiyatına ilk polisiye romanı kazandırmıştır. ...
BİNBİR GECE MASALLARINDAKİ POLİSİYE ÖGELER Ş.Nezih Kuleyin
Polisiyede temel olan olayın kurgusunun bir labirent titizliği ile işlenmiş olması konusu vardır ki biz Binbir Gece Masalları’nda böyle oya gibi işlenmiş kurgulara çok sık rastlamaktayız. Nerede suç varsa orada suça karşı bir savaşım vardır. Masallarda suça karşı savaşım verenleri, Halife Harun Reşit, Halife Memun, Sultan Baybars, Selahattin Eyyubi, Halife Harun Reşit’in Veziri Cafer Barmeki, kadılar ve kolluk amirleri olarak görüyoruz. Yine görüyoruz ki tüm bu kişiler zaman, zaman suç işleyenlerin oyununa gelirken bazen de bilerek ya da bilmeyerek suçun bir parçası hâline de gelebilmektedirler. ...
Yanılsama Ayşe Ege
“Fatma Kadın çabuk buraya gelsin!” İnce bedeni yaprak gibi titredi kadının. Kısık gözlerle baktı adama. İçimde bir his, kötü şeyler olacak. Şakir avlunun ortasına doğru yalpalayarak yürüdü ve sabit bir noktada kendisini dengeledi. Ceketinin düğmelerini ağır ağır çözüyordu, dikkatle izlendiğinden emin. İçinde biraz da fiyaka kokan bu ağırdan alış, gerilimi had safhaya çıkarmıştı. Tıpkı bir film gibi… Nefesimizi tutmuş hiç ses etmeden seyrediyorduk. Sonra iç cebinden bir tabanca çıkarttı, biz kendisini vuracağından emin öyle bakarken, o namluyu birden Fatma Kadın’a doğrulttu, “al sana” gibisinden tek bir kelime dahi etmeden tetiğe bastı. ...
Siber Örümcek Betül İğdeli
Geçen yüzyılın işbirlikçi basınına atfen Buşmedyacı diye dalga geçilen küresel basının A takımından Borazani’nin bir ayağı küresel anakentte idi. Ne bütçesi ne de örgütlenmesi olmayan bu gösteriye –okullarda Mavi Gezegen Federasyonun marşını üçüncü cumhuriyet andı ile birlikte söyletiyorlardı artık- saadet zincirinin bir parçası olarak katılıyordu. Konuşmanın gidişine göre kumandayı Borazani’nin üzerinde tıklattıkça; orta oyunundaki Pişekâr rolüne soyunan gazeteci, soru soracağına dalkavukluk ederken içinde yanıtları hazır soruları aldığında karşındakine bis yapıyordu....
YİĞİT Hande Çiğdemoğlu
Hanımefendi, bürodaki arkadaşlar bileti keserken bayan yanı olup olmadığına bakmamışlar. Başka yer de yok ama nasıl yapsak?” Siyah parlak yeleği ve yana kaymış papyonuyla şaşkın bir penguene benziyordu. Muavinlik işinde, sorunları pervasız dayatmalar yerine kendi mahcubiyeti ile çözmeye çalışacak kadar yeni olmalıydı. Arkasında ise olsa olsa ondan 3-4 yaş küçük olan bir oğlan vardı. Ellerini önünde bağlamış sessizce bekliyordu....
Misafir Mezarlığı Gülser Arat
Ben bir Müslümanla evliydim, ama inancımdan hiç vazgeçmedim. Eşim de bana hep saygı duydu”, diye anlatmaya devam etti. Onu dinlerken, bakışlarımı diğer mezarlarda dolaştırmaya başladım. Hepsinde haç işareti vardı. Aleksandra’nın hariç. Oysa o koyu katolikti, biliyordum. Kızına doğru döndüm. Kısık bir ses tonuyla, “Niye onunkin de haç işaret yok?” “Unutmuşuz evde bir tane var. Onu getirip yapıştıracağım. Mamma hep yanında taşırdı. Bir daha ki gelişimizde artık,”dedi. Aleksandra olumlama şeklinde bana baktı. Sabırsızlandığını hissediyordum, içi içine sığmıyordu anlatmak için. ...
Sünnet Nazmi Bayrı
2019 Yaşar Kemal Anadolu Halk Bilimleri Akademisi Özgür İnsan Öykü dalında ödül alan Öykü:Değirmeni yapıp bitirdiğinde orak ayı geride kalmıştı. Bozkır uyuşuk bir dinginlik içindeydi. Şemsi’nin gök bakışlarından kasabadaki kızların yüreği eriridi. Ama onun gözü Elif’ten başkasını görmezdi. Boylu bosluydu Şemsi. Değirmenin kuytusundaki ceviz ağacının dibinde Elif ile buluştuklarında; Elif kendisine, göğüslerinin arasından çıkardığı mor işlemeli beyaz bir mendil vermişti. O günden beri mendili cebinde taşıyordu. Tenha yerlerde çıkartıp uzun uzun kokluyor, iç geçiriyordu… Elif’i ailesinden istetse, kendisine vermeyeceklerinin ayrımındaydı....
BAŞLARKEN Betül İğdeli
Yazar Dergisi, bir edebiyat dergisi olarak yazarlarımızın şiir, öykü, deneme ve eleştirilerine açık bir platform olacaktır. Katkıda bulunmak isteyen tüm yazarlarımızı davet ediyoruz. Dergimiz sayısal olarak yoluna devam edecektir, bunda mali güçlüklerin yanı sıra edebiyat severlere reklam sloganıyla söyleyecek olursak 7/24 ulaşabilmenin teknolojik rahatlığı var. www.bulutyazardergisi.com sitemizde yayınlanacak e-dergimizi telefon ya da tabletinizden de okuyabilirsiniz. Dergi için abonelik söz konusu değildir. Sosyal medyanın bir sabun köpüğü gibi uçucu konularının yanında edebiyat severlere yeni dergi platformları sunarak çoğalmanın kıvancını yaşama umudu ile MERHABA....
FARUK DUMAN BİYOGRAFİSİ Gülçin Manka
İlk kitabı Seslerde Başka Sesler’i 1997 yılında yayımladı. Av Dönüşleri kitabıyla 2000 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, Keder Atlısı ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, İncir Tarihi ile Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazandı. Çocuk kitapları, denemeler yayımladı, yurtiçi ve yurtdışında pek çok seçkide eserleriyle yer aldı. Arkadaşlarıyla birlikte Sarnıç, Öykü Gazetesi gibi süreli yayınlar çıkardı. Yazarın 2018’de yayınlanan son romanı Sus Barbatus!, Orhan Kemal Roman ödülünü aldı....
Faruk Duman’la, son kitabı “Sus Barbatus” hakkında konuştuk Söyleşi: Nilgün Çelik Nilgün Çelik
Nilgün Çelik: Bu roman nasıl oluştu? Adı neden SUS BARBATUS? Faruk Duman: Sus Barbatus, Artvin dolaylarında dolaştığım sırada aklıma geldi. Köylülerden biri, yoksul birinin bir domuz avlamaya karar verdiğini, bunu sonra götürüp büyük otellere satarak para kazanmayı umduğunu söylemişti. Bu Anadolu’da yaygın bir sohbet konusudur. Domuzu vurursunuz ama size yardım edecek bir kasap bulamazsınız. Ben bunu iyi anlatacağımı düşündüm. Sus Barbatus adı da buna bağlı olarak geldi; Latince bir isim. ...
5. FARUK DUMAN, “SUS BARBATUS!” Üslup: Masal ve Gerçekçilik Nilgün Çelik
Sus Barbatus! kitaba adını veren bir kahraman olsa da “kült bir dönem romanıdır” demek abartı olmaz. Füruzan’nın 47’lileri ile Yaşar Kemal’in upuzun betimlediği Çukurova tasvirleri tadında. Belki sade kıvrak dili ile daha ötesi. Sade dili diyorum çünkü F. Duman kendi dilinin dilbilgisini kurmuş. Cümle bitmeden nokta ile sonlandırılmış üç cümle, bir cümleyi oluşturuyor. Yazar kendi üslubunu oluştururken, buna neden gerek duyduğunu düşünen okuru peşine takıp olayların içine sokuyor. Okuyucuyla konuşan dış ses, bazen romanın kahramanı olup, masalsı gerçek tadında felsefi cümleleri de araya serpiştirip okuyanı uyandırıyor. Edebiyatın felsefe ile kardeşliğini kutsuyor belki de. “Neden dersen” diyerek okuyucuyu sormadığı soruya dahil ediyor. Üslup, masal ve gerçekçilik…...
SES Sus Barbatus Üzerine Behice BABA BAĞATIR
Uzandığı kanepeden doğruldu, pencerenin önüne geldi. Camda yansıyan görüntüsüne baktı. Parmaklarını uzun, kara saçlarının arasından geçirdi. Pencereye biraz daha yanaştı. Sabahtan beri günü rehin alan sis aralanmış, bulutların ak yırtıklarından göğün kara mavisi damlamaya başlıyordu. Yanındaki koltuğa oturdu. Dirseğini kolçağa dayayıp gözlerini uğultulu karanlığa çevirdi. Yukarıda bulutların üstüne uzanmış kendini izleyen fareye baktı öfkeyle. İçini kemirdikçe kıvrandıran… Baktıkça annesinin sesi geliyordu çocukluğundan. Meral’i eksik bulan, onu yamayan sesi. “Derslerine çalış, bizi ne dinliyorsun. Misafirlerin yanında da çok konuşup bir densizlik etme, ha! Uslu dur!“ Çocuk oldun mu hiç, dedi içinden annesine yani fareye bakarak. Keşke olsaydın da SUS BARBATUS oynasaydık…...
Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor” Gülçin Manka
MankaFaruk Duman’ın hayalle gerçeği, doğa ile insanı masalla yoğurup yazdığı öyküleri, Hep Kitap tarafından “Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor” adıyla yayımlandı. Kitap, yazarın bugüne kadar yayımlanan altı öykü kitabını bir araya getiriyor. Şehir insanını kuşatan cansız nesneler dünyasından, keşmekeşten kopararak asıl ait olduğumuz doğal dünyaya götürüyor …...
1980 Sonrası Romanımızda Toplumsal Cinsiyet Ve Siyaset Edebiyatta Feminist Eleştiri Filiz Ak
Edebiyat, içinde çok sayıda başlık taşıyan bir alandır. Bu başlıklardan biri de edebiyat incelemesidir. Aytaç (2003: 97-104); edebiyat incelemesinde “kanıt ve yöntem” olmak üzere iki koşul bulunduğunu belirtir. Yöntem ne olursa olsun, belgeler gerektiğinin ve bu belgelerin de incelenen yapıtın içinde olduğunun altını çizer. İncelemeye destek olan ikincil kaynaklar olarak da “yazarın başka eserleri, yazarın biyografisi, eserin yazıldığı dönemle ilgili tarih, sosyoloji gibi alanlardan kitaplar, psikoloji, linguistik, mitoloji, din gibi alanlarla ilgili bilgiler ya da dünya edebiyatından başka edebi eserler” kullanılmaktadır. Aytaç’ın belirttiği inceleme yöntemleri de şöyledir: Pozitivist, psikanalitik, hesaplaşmacı, dilbilimsel, okuyucuya yönelik, felsefeye dayalı, metne bağlı, yapısalcı, yorumlayıcı (hermeneutik), Marksist, feminist incelemeler, alımlama estetiği ve çoğulcu inceleme....
DOSYA Manolya Berk
Bu öykü Ankara Tabip Odası 2018 Öykü Yarışması Birincilik Ödülünü almıştır. “Gözünün ortası niye beyaz?” Bu sorudan gına gelmişti. Kızı yakından görenler, sırf kendi meraklarını tatmin etmek için, pat diye bu soruyu soruyorlardı ona. Soru sorulanın hâletiruhiyesinin bir önemi yoktu nasıl olsa. Kaybını unutmasına fırsat vermiyorlardı, derinlik algısı olmadan yaşamak zorunda olduğunu hatırlatıp duruyorlardı böylece. Merakları, hiç doymayan bir canavar gibi, her daim aç’tı, önüne geleni parçalayıp yiyordu. Bu vaziyetin niye’sini bilen mi vardı sanki? Anne her seferinde başka bir hikâye anlatıyordu mesela. “Bakıcı kadın, seni yaz kış demeden dere tepe gezdiriyordu, mikrop kaptırdı, ondan oldu...
KAĞIT KESİĞİ Aslı Zorba
Dün cenazende hiçbiri bir anlam ifade etmeyen kelimeler arasında ismin geçtikçe adını koyamadığım garip bir duygu belirdi içimde. Tanıdık bir kelimeye rastlamanın verdiği mutluluk mu yoksa adına yüklediğim anlamların huzuru muydu bu bilmiyorum. Sanki bir el omuzuma değecek ve başımı çevirdiğimde yeşile çalan koca ela gözlerinle bana bakıyor olacaktın. Keşke olsaydı. Ama olmadı. Hayat, ölüm, dualar, uğurlamalar, özlem, dolmayan doldurulamayan boşluklar… Kalbime öyle bir yerleşti ki ölümün. Koca kötü huylu bir tümör gibi. Yanına ötesine berisine hiçbir şey yaklaştırmıyor. Yaklaşanı da kendine katıyor. Gün içinde geçen herhangi bir cümlede, bir fotoğrafta, bir yiyecekte hemen kendini hatırlatıp koca bir ağırlık bırakıyor sol yanıma. Kâğıt kesiği gibi yakıyor canımı. ...
YA SENETTE İMZA YOKSA! Meliha Yıldırım
Kıymetli evrak kasasının anahtarlarını almaya gidiyorum. Evet, dört anahtar da elimde duruyor. Kasadan senet portföyünü çıkarıyorum. Kasanın yanındaki boş masaya oturuyorum. Gözüm beş yüz bin liralık senedi arıyor. Portföyün içinde bir sürü göz var. Firma firma ayırmışlar. Onları da kendi aralarında tarih sırasına göre dizmişler. Düzenli ve titiz yerleştirilmiş olması güven veriyor. “Bunları yapan mutlaka senedin şekil şartlarına da dikkat etmiştir,” diye biraz rahatlamaya çalışıyorum. Bir taraftan senetlerden sorumlu operasyon personelini süzüyorum. O da yan gözle bana bakıyor. Bir şeylerin yolunda gidip gitmediğinden emin olamıyor. Tedirgin görünüyor. Soramıyor da. Hesaplamıştır kafasından. Olumsuz bir şey varsa “Üstüme kalmasın!” diye sormuyordur....
KAYIP Filiz Bilgin
Murat Kalfa, köylüsü bir kıza sevdalıydı. Uzun süre için için sevmişti. Yaptıkları her alyansa imrenerek bakar, boynunu bükerdi. Veya bu sevdayı bildiğinden Şükrü Usta’ya öyle gelirdi. Kalfa’sını yüreklendirmek ister “Git söyle sevdiğini artık kıza, söyle de sizin de yüzüklerinizi yapayım,” derdi. Murat Kalfa da her seferinde Usta’sının kendi için özel bir çift alyans yapacağına utangaçlıkla sevinirdi. Sonunda gayrete gelip kıza açılmıştı ama kızın ‘Olur,’ demesi için de çok uğraşması gerekmişti. İstemeye gideceklerini söylediğinde Şükrü Usta verdiği sözü tuttu. Murat Kalfa’nın gözlerindeki pırıltıya yaraşır bir çift alyans yaptı. Gerçekten de güzel bir tasarım ortaya çıkmıştı. Başkasına yapsa iyi para ederdi ama senelerdir yanında çalışan Kalfa’sına hastı o yüzükler.Murat Kalfa, köylüsü bir kıza sevdalıydı. Uzun süre için için sevmişti. Yaptıkları her alyansa imrenerek bakar, boynunu bükerdi. Veya bu sevdayı bildiğinden Şükrü Usta’ya öyle gelirdi. Kalfa’sını yüreklendirmek ister “Git söyle sevdiğini artık kıza, söyle de sizin de yüzüklerinizi yapayım,” derdi. Murat Kalfa da her seferinde Usta’sının kendi için özel bir çift alyans yapacağına utangaçlıkla sevinirdi. Sonunda gayrete gelip kıza açılmıştı ama kızın ‘Olur,’ demesi için de çok uğraşması gerekmişti. İstemeye gideceklerini söylediğinde Şükrü Usta verdiği sözü tuttu. Murat Kalfa’nın gözlerindeki pırıltıya yaraşır bir çift alyans yaptı. Gerçekten de güzel bir tasarım ortaya çıkmıştı. Başkasına yapsa iyi para ederdi ama senelerdir yanında çalışan Kalfa’sına hastı o yüzükler....
Toz Toprak İçindeki Anadol Gülçin Manka
Anlattığına göre, ikisi bizim 74 model Anadol’da gidiyorlarmış. Bahadır direksiyondaymış, babamsa arka koltuğun sağ tarafında tek başına oturuyormuş. Toz duman içindeki toprak yolda, Bahadır arabayı yavaş ve dikkatli kullanıyor olmasına rağmen yerden öyle bir toz kalkıyormuş ki sanki gerçek dışı, büyülü bir alemdelermiş. İşin garibi, sadece geçtikleri yerde değil, yolun ilerisinde de göz gözü görmüyormuş, sisten mi tozdan mı anlamadım, sadece arabanın önünü görebiliyordum, diyor anlatırken. Dedesinin niye yanında değil de arka sağda oturduğunu hiç düşünmemiş, neden hiç düşünmediğine şimdi hayret ediyormuş, o anda bunu çok doğal ve olması gereken bir şey olarak kabul etmiş; oysa arabada ikisinden başka kimse olmadığını düşününce bu çok da normal bir durum değilmiş....
‘Deli Üzerine’ Nezih Ş. Kuleyin
Dede Korkut Hikayelerinin en önemli kahramanlarından biridir Dede Dumrul. Akli dengesi bozulmuş insanlara verilen bu adın Türkçede özel bir önemi de vardır. Yergi anlamında ‘delidir ne yapsa yeridir’ de olduğu gibi kullanılırken diğer yandan ‘atın iyisine doru yiğidin iyisine deli derler’ biçiminde övgü için kullanımına rastlanmaktadır. Coşkun ve azgın biçiminde de kullanımı vardır. ‘Gelin karşıdan karşıya geçmeye çalışırken kendisini Kızılırmağın deli sularına kaptırdı’ cümlesindeki kullanım bunu göstermektedir. Osmanlı ordusunda tanımlı olmayan bir sınıf asker de deliler olarak adlandırılıyorlardı.Bunlar meydan savaşlarında bir düzene bağlı olmadan karşı safları yıpratmak amacıyla kurulmuş atlı ve savaş esnasında özel bir rol üslenmiş düzensiz birliklerdi....
İŞTİRAKİYUN Serdar Koç
İŞTİRAKİYUN - güvercinlerin dansı, güvercin uçuşu, Dersim dağlarında/ yalnızlıktan örselenmiş yapayalnız bir gezinti/ ölüm, anılardan belli belirsiz bir esinti…/ cüreti kuşanmıştı Mehmet Maçoğlu, dinledik Ankara’da/ ondaki tutkulu heyecanı, bizdeki hasbıhalle/ Tur’daki Musa misali, Ovacık’lı asasız gezgini…...
UFO Betül İğdeli
Ermenek’te bir arife günü, ölen büyüklerimizi ziyarete gidiyoruz. Bulutsuz bir gökyüzünde, güneşin öğle vakti insanları kasıp kavurduğu bir tepenin üzerindeki mezarlıktayız. Mezarlıktan kadim zamanlar- dan bugüne gelen şehrin manzarası büyüleyici. Panoramasını çekmeye çalışırken bir galaksi seyyahının teknesini (UFO, 5-6 metre civarında) tesadüfen fotoğrafladım....
Roman Tefrikası betül iğdeli
Roman yazma geleneğimizdeki gazete ve dergilerde görülen günlük Roman Tefrikalarını Günümüz Dünyasına taşımak istiyoruz.Genç yeteneklerin kendilerini gösterebilecekleri bu mecrada ürünlerini beklemekteyiz. Romanın yayını günlük olarak YazarDegisini Roman Tefrikası ekinde yayınlanacaktır. E posta : yazardergisi@gmail.com...
“İyi Düşün, Sadece Bir Hakkın Var.” Filiz Bilgin
Ebeveyn, çocuğun almak istediği kitap için İyi Düşün, Sadece Bir Hakkın Var.” Diyordu. Fuarda binlerce kitabın olduğu düşünülürse bir taneye nasıl karar verilebilir ki? Öte yandan her gördüğünü alıp sonra da okumayıp veya okuyamayıp ama aldığı için okuması gerektiği baskısı geldi aklıma. Buradan da kitap almanın daha doğrusu okuyacağı kitabı seçmenin emek isteyen bir süreç olduğu. Kitapları bir arada görerek değerlendirme, karşılaştırma olanağı okur için kolaylık. Ancak bu etkinliklerin senede bir kez yapılması okurun kitabı tanıması açısından eksiklik. Bu eksikliği, erişim imkânı basılı yayınlara göre çok daha kolay olan dijital yayınlarla doldurmak mümkün.. Bu cümle Ankara Kitap Fuarı’nda karşıma çıktı. Ebeveyn, çocuğun almak istediği kitap için son uyarısını yapıyordu. Fuarda binlerce kitabın olduğu düşünülürse bir taneye nasıl karar verilebilir ki? Öte yandan her gördüğünü alıp sonra da okumayıp veya okuyamayıp ama aldığı için okuması gerektiği baskısı geldi aklıma. Buradan da kitap almanın daha doğrusu okuyacağı kitabı seçmenin emek isteyen bir süreç olduğu. Kitapları bir arada görerek değerlendirme, karşılaştırma olanağı okur için kolaylık. Ancak bu etkinliklerin senede bir kez yapılması okurun kitabı tanıması açısından eksiklik. Bu eksikliği, erişim imkânı basılı yayınlara göre çok daha kolay olan dijital yayınlarla doldurmak mümkün...
Kadere “Nanik” Yapan Yazar: Fadime Uslu… Nilgün Çelik
Fadime Uslu’nun yazdığı güzel kitaplara, edebiyatına baktığımızda çok özel başarılara imza attığını görürüz. İlk öykü kitabı 2010’da yayımlanan Büyük Kızlar Ağlamaz. Sonra 2011 yılı Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne layık görülen Gölgede Yaşamak, 2014’de Yaz Korkuları, 2016’da Yüzen Fazlalıklar ve 2019 yılında şahane bir kitap daha: Ay Eski Gün Işırken. Soluklanmadan hep çalışmak, hep çalışmak Uslu’nun yaşamı. Ama o yazar olmanın yanında aynı zamanda eş, aynı zamanda anne, aynı zamanda kardeş ve arkadaş. Çocuk kitapları denince de akla gelen isimlerden, Uslu. Sokağın Kuyruğu (2011), Çat Kapı Dayım (2012) ve Kaçak Kahramanlar (2014) adlı üç adet çocuk romanı da var. ...
Fadime Uslu ile Söyleşi Filiz Bilgin
Filiz Bilgin:Öykülerinizde okuru gündelik hayattan uzaklaştırarak metnin dünyasına yaklaştırmak için titizlikle atmosfer yarattığınız gözlenmekte. Sözcüklerle atmosfer yaratmak için betimleme , mekan, diyalog ve ritim gibi anlatım araçlarını ustalıkla kullanıyorsunuz. Bunların yanı sıra ilk kitabınızdaki “Büyük Kızlar Ağlamaz” şarkısı veya son kitabınızdaki “Kör Olası Çöpçüler” şarkısı gibi öykülerinizde şarkılara yer vermenizin nedenini atmosfer yaratmanın yanında sanatın dallarının birbirleriyle olan ilişkisinde arayabilir miyiz? Elbette arayabiliriz. Sanatı bir bütün olarak duyumsuyorum çünkü. Sanat bizden gündelik hayatın telaşını -kaygılarını dışarıda bırakmamızı beklerken bize tam da hayatın içinde olmamız için alanlar açar. Yaşamı anlayabilmek için yaşamın biraz dışına çıkmak gibi bir şey bu. Sonuçta sanat, üreten ve onu alımlayan kişilere yepyeni yaşantılar, deneyimler kazandırmaya çalışır, bu sırada birbiriyle sımsıkı ilişki içinde olduğu dallarıyla dayanışmaya girer. Öykü yaşamdır, yaşamaktır çünkü.iliz Bilgin:Öykülerinizde okuru gündelik hayattan uzaklaştırarak metnin dünyasına yaklaştırmak için titizlikle atmosfer yarattığınız gözlenmekte. Sözcüklerle atmosfer yaratmak için betimleme , mekan, diyalog ve ritim gibi anlatım araçlarını ustalıkla kullanıyorsunuz. Bunların yanı sıra ilk kitabınızdaki “Büyük Kızlar Ağlamaz” şarkısı veya son kitabınızdaki “Kör Olası Çöpçüler” şarkısı gibi öykülerinizde şarkılara yer vermenizin nedenini atmosfer yaratmanın yanında sanatın dallarının birbirleriyle olan ilişkisinde arayabilir miyiz? Elbette arayabiliriz. Sanatı bir bütün olarak duyumsuyorum çünkü. Sanat bizden gündelik hayatın telaşını -kaygılarını dışarıda bırakmamızı beklerken bize tam da hayatın içinde olmamız için alanlar açar. Yaşamı anlayabilmek için yaşamın biraz dışına çıkmak gibi bir şey bu. Sonuçta sanat, üreten ve onu alımlayan kişilere yepyeni yaşantılar, deneyimler kazandırmaya çalışır, bu sırada birbiriyle sımsıkı ilişki içinde olduğu dallarıyla dayanışmaya girer. Öykü yaşamdır, yaşamaktır çünkü....
Kaynak su derinlik Burcu Aydoğan Altın
İlk aklımda kalanlar bunlardı, kitaba ismini konduran Ay Eskir Gün Işırken öyküsünden. Başlangıçta bir neyzen çıktı sahneye sanki. Neyini üflerken bizi de kendi derinlerine ve dalgalarına götürdü. Derken usulca kıyıya bıraktı.Şimdi bir Hünkar'ın düğünündeydik…Bir ara başlayan vurmalı çalgıların eşliğinde kurulmuş bir ritim düzenli bir akışa geçmişti. Bu sefer de kafedeydik. Etrafta ölüler. Ya da onların canlı esvapları. Neticede hepsi oradaydı. Hepsinin de ayrı bir hikayesi vardı...
AY ESKİR GÜN IŞIRKEN
Aforizmaları olan bir yazar Fadime Uslu. Türkçeyi zenginleştiren, ifade etme gücümüzün sınırlarını zorlayıp genişleten aforizmalarla dolu her bir öykü. Her biri yerli yerinde özgünlüğü olan felsefe, psikoloji, resim, sanat, edebiyat gibi disiplin ve alanlardan beslenen aforizmalar. Boş sözcüklerden oluşan sloganlar değiller. Dopdolu temelleri sağlam oluşturulmuş aforizmalar. Pek çoğunu tırnak içinde alıntıladım yazının ilerleyen sürecinde. Kitabın adı ve daha da ileri gideyim tasarımı bile zaman sorgulamasını içeriyor. Bu felsefi boyutlu ama öykü içerikli sorgulama ilk öyküyle başlıyor kitabın son öyküsüyle doruğuna ulaşıyor...
FADİME USLU’NUN YÜZEN FAZLALIKLAR ÖYKÜ KİTABININ OLAY ÖRGÜSÜ ÇÖZÜMLEMESİ Meliha Yıldırım
Yüzen Fazlalıklar, bağımsız tek hatlı öyküler yerine iç içe girerek vücut bulmuş bir kitaptır. Birkaç bağımsız öykü dışında –Teke, Özgür Kedi Kokusu, Son Turna- tek olay çevresinde bir araya gelen, kendi içinde anlam ve yapı bakımından bir bütünlük manzarası arz eden unsurlardan oluşur. Olay örgüsü de bu birimlerin bir düzen içerisinde birleşmesiyle gerçekleşir. Kentli kadını merkezine alarak anlatılan öykülerin, göçebe bir kuş olan kırlangıç metaforu ile birleştirilmesi, okuyucu tarafından zenginleşip geliştirilecek bir gerçekliktir. Öykülerde verilmek istenen mesaja, uyandırılmak istenen estetik endişeye göre bir seçimin gerçekleştiğini görebilmek için olay örgüleri tek tek incelenmiştir....
Fadime Uslu ve Gölgede Yaşamak Aslı Zorba
“Fadime Uslu Sistematiği”nin ne anlama geldiğini kitabı okurken gördüm. Nedensellikten ve hikayenin döngüsünden kopmadan belirli bir sistematiğe oturttuğu karakterlerine “oyuncu” “anlatıcı” gibi isimler vermiş. Çünkü bu karakterlerin öyküdeki rolleri aslında tam da bu. Bunu yaparak bir bakıma kurgunun karakterler üzerindeki baskınlığını azaltmış ve anlatıma bir akıcılık kazandırmış. Kitapta beni en çok düşündüren karakter bana göre sisteme eleştiri niteliği taşıyan Oyuncu oldu. Kişisel beklentilerini ya da hırslarını bedenini teşhir ederek karşılamaya çalışan Oyuncu, değiştiremediği görüntüsü çağın gereksinimlerini karşılayamayınca bir sonraki adım olarak düşüncelerini teşhir etmek yolunu seçerek yazmaya başlıyor. Ve kitaptaki bir diğer karakter Anlatıcı bu durumu çok güzel bir cümle ile özetliyor. “Yazarlık onun yeni elbisesiydi ...
OYUNCU Betül İğdeli
Oyuncu olan kahramanımız, kasabanın sokaklarında onu doğuran Annesi ve içinde uyuklayan kızıyla dolaşır. Sanki yanındakine çevresini, karşılaştığı insanları anlatırken sinematogratif bir dil kullanır. Giyinirken kaliteli, terletmeyen sade ve dişiliğini eksiltmeyen çamaşırlar seçer. Kapı önlerinde taşlara serilmiş kilimlerde oturan , sebze ayıklayan şişman, ekşi ekşi kokan kadınlar görür. Onlar çocuklarına bağırırken yıllar önce aldırdığı çocuğun pişmanlığını duyar. Kendisi de onlar gibi esmer bir kadın olmayı ister. Terkedilmiş taş evlerde baykuşlar hayal ederken kasabanın kasvetli dar sokakları ona kendi içine bakmakmış gibi gelir....
Çocuğun Dünyasına Zenginlik Filiz Bilgin
Fadime Uslu’nun çocuklar için yazdığı kitapları, bir eğiticinin kaleminden çıktığı belli, titiz çalışmalar. Kitaplarında çocukların dünyalarına erişmeyi başarmış. Çocuğun kendine özgü bir dünyası olduğunu, çocuğun çevresini ve gerçeği algılamakta ve değerlendirmekte yetişkinden çok farklı duygusal ve bilişsel yaklaştığını gözeterek çocuğun algı, ilgi, dikkat, duygu, düşünce ve hayal dünyasına uygun eserler vermiş… Kitaplarda anlatılanlar, çocuğun duygu, düşünce ve hayal gücünü geliştirici biçimde kaleme alınmış. Ayrıca Kaçak Kahramanlar tam bir kaynak kitap. Yazar, anlatı içinde bir çok kitaba gönderme yaparak çocuk okuru yazarın süzgecinden geçmiş başka kitaplara da yönlendiriyor....
TÜRK EDEBİYAT TARİHİNİN YİTİK BELLEĞİ: Murat Uraz Nezih Ş. Kuleyin
İki bin on bir yılının sonbaharında Hacettepe Mezunları Derneği olarak Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadın Edebiyatçılar Sempozyumu ve Sergisini yapmaya karar vermiştik her ne kadar bende yeteri kadar yayın olsa da yine de bu konuda yazılmış olan kaynaklar için sahafları tarıyorduk. Oldukça pahalı bir kitap vardı adı Resimli Kadın Şair ve Muharrirlerimiz. Yazarı da Murat Uraz. Ben bu adı hiç duymamıştım ama kitap 1941 yılında basılmıştı ve günümüzde bile kaynak olarak kullanılabilecek nitelikte idi. O günden itibaren Murat Uraz’ı merak etmeye başladım. Önce genel ansiklopedilere baktım ve hayret, ne Ana Britanica’da ne Meydan Larouse’da hatta herhangi başka bir genel ansiklopedide Murat Uraz ile ilgili en ufak bir bilgiye rastlayamadım. Daha da önemlisi bu yazarımızın İnternet dâhil hiçbir ortamda resmi de yoktu....
TÜRK EDEBİYAT TARİHİNİN YİTİK BELLEĞİ: Murat Uraz Nezih Ş. Kuleyin
İki bin on bir yılının sonbaharında Hacettepe Mezunları Derneği olarak Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadın Edebiyatçılar Sempozyumu ve Sergisini yapmaya karar vermiştik her ne kadar bende yeteri kadar yayın olsa da yine de bu konuda yazılmış olan kaynaklar için sahafları tarıyorduk. Oldukça pahalı bir kitap vardı adı Resimli Kadın Şair ve Muharrirlerimiz. Yazarı da Murat Uraz. Ben bu adı hiç duymamıştım ama kitap 1941 yılında basılmıştı ve günümüzde bile kaynak olarak kullanılabilecek nitelikte idi. O günden itibaren Murat Uraz’ı merak etmeye başladım. Önce genel ansiklopedilere baktım ve hayret, ne Ana Britanica’da ne Meydan Larouse’da hatta herhangi başka bir genel ansiklopedide Murat Uraz ile ilgili en ufak bir bilgiye rastlayamadım. Daha da önemlisi bu yazarımızın İnternet dâhil hiçbir ortamda resmi de yoktu....
Salda’nın Rengi Gülçin Manka
Geldiklerinde, karavanın küçük ocağında yumurta yapmak için tavaya tereyağı koyuyordum. Dışarıda kahvaltıyı hazırlayan Kadir’e kapıdaki tülün arasından mercimekli börek tabağını uzatırken, “Kahretsin!” diye bağırdı. Bakışları uzaktaki sabit bir noktada, taş gibi duruyordu. “Buraya geliyorlar!” “N’apalım, gelirlerse gelsinler…” dedim ama kalbim pır pır etmeye başlamıştı....
Kader- Keder Naki Selmanpakoğlu
Hiç kalbinizin sesini dinlediniz mi? Öyle değil! Dinleme aletini kulağınıza takıp kalp sesinizi. Atışını, gözleriniz kapalı. Lup dup… Lup dup… Lup dup… O anda, kendinizi eyleyeceksiniz… Dinlediniz mi? Dinleyin. Küt küt atmaz. Güp güp, hiç atmaz. Diyelim ki aletiniz yok. Yastıkta duyulan kalp sesleriyle idare edin. Kafayı yastığa yasladığınızda sıkışan kulak damarlarından gelen sestir bu....
Kenafir Gözlü Tuba Aksu
Roman yazma geleneğimizdeki gazete ve dergilerde görülen günlük Roman Tefrikalarını Günümüz Dünyasına taşımak istiyoruz.Genç yeteneklerin kendilerini gösterebilecekleri bu mecrada ürünlerini beklemekteyiz. Romanın yayını günlük olarak YazarDegisini Roman Tefrikası ekinde yayınlanacaktır. E posta : yazardergisi@gmail.com...
Adım Fuat; Ali’nin ölü çiçek bahçesiyim Duygu Aydoğdu
Ölü yıkamaya alışkındı Fuat. On sekiz yaşında babasını yıkamak için o da içeri girenlerdendi. Hayatın en acımasız yanını o zaman görmüştü. Ölümle konuşmaları o zamandandı. Ölüm neydi ve gassal olmak nasıl bir şeydi? Ne olur ne olmaz diye yanına aldığı ajandasını eline aldı. Sayfalarını çevirdi. Şiirini okuttu Muhabire. “Bu benim ölüm için yazdığım küçük bir şiir.” Şimdi ne desem de ele versen kendini ve ne desem de gelmesen. Nasıl bakarsın suje obje ilişkisine sen bilen biz bilinen mi? Yoksa giden oyuncaklarım da ayrı yerlerdeler mi? Bir varmış bir yokmuş misali…...
SAVRULMA M.Reşat Suyusal
“Ne oldu sana çoban, nerede neşen, kahkahaların, masalların? Bembeyaz kesilmişsin.” “Ben bir çobanım çocuk, bedeni de ruhu gibi eskiyen. Süt ve ekmekten başka bir şey yemem, içmem. Bir yıllığına ömrümü kiraladım bu dağlara, kuşlara, koyunlara, babana. Daha önceleri de başkalarına. Ucu görünmeyen bir tutsaklık ne kadar da çekilmezdir bilir misin? Annem anlatırdı çocuk: Avcı ceylana bir ok atıp yaralamış. Ceylan safiyane dönüp sormuş: ‘Ben sana ne yaptım? Neden vurdun beni?’ Avcı, ‘Sen bilmez misin, ceylanın kaderi vurulmak, avcınınki de vurmaktır’ demiş. Bunun üzerine ceylan haykırmış: ‘Bu yarayla ölmezdim ama bu haberle yaşayamam”...
KURŞUNLU HAMAMI Gülsüm Bülbül
Nilgün Çelik: Bu roman nasıl oluştu? Adı neden SUS BARBATUS? Faruk Duman: Sus Barbatus, Artvin dolaylarında dolaştığım sırada aklıma geldi. Köylülerden biri, yoksul birinin bir domuz avlamaya karar verdiğini, bunu sonra götürüp büyük otellere satarak para kazanmayı umduğunu söylemişti. Bu Anadolu’da yaygın bir sohbet konusudur. Domuzu vurursunuz ama size yardım edecek bir kasap bulamazsınız. Ben bunu iyi anlatacağımı düşündüm. Sus Barbatus adı da buna bağlı olarak geldi; Latince bir isim. ...
DENEME HAKKINDA BİR “DENEME” Dr. Halit Suiçmez
Deneme bir yazınsal türdür. Bir yazarın bilim, felsefe, yazın ve sanat konuları üzerinde kişisel düşünce ve duygularını içtenlikle dile getirdiği bir düzyazı türüdür. En sevdiğim edebiyat dallarından biridir deneme. Konuyu özgürce seçersin. Yazıda düşünsel boyut ağır basar. Bir konuşma-sohbet havası içinde, güler yüzlü, iddiasız, samimi bir tarzda yazarsın anlatmak istediklerini. Şişinmeden, böbürlenmeden, bilgiçliğe kaçmadan.. Bu türün babası 16.yüzyılda Fransız yazar Montaigne’dir. Yazar, “yeni bir edebiyat türünü deneme” anlamında deneme kavramını ilk kullanan kişidir. O günden beri bağımsız bir yazın alanı olarak büyük bir gelişme göstermiştir. Denemeci öne sürdüğü her düşünceyi kanıtlama peşinde değildir. Denemeyi makale ve eleştiriden ayıran yönü burasıdır. Çünkü bilgilendirme ve öğretme temel amaç değildir denemede. Ünlü denemecimiz Nermi Uygur’a göre: “…yaşantı insanıdır denemeci, yaşantı sanatçısıdır, yaşantılaştırdıklarını yazar.” Ciddi sorunlardan bile söz ederken gülümser denemeci. Vedat Günyol’un “Güleryüzlü Ciddiyet” isimli kitabı buna güzel bir örnektir....