...
Başlık : MİYAVDİL ile MIRNAV
Yazar :  Gül Ayşe Aydemir Yaldız

                                 

                                      “Mübadele’nin 99. yıl dönümü anısına...”


Bahar tüm canlılığıyla hayat veriyordu evrene. İki komşu evin bahçeleri de cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle doğaya eşlik ediyordu. Ali Efendi’nin çok sevdiği ve “Sarı Kız’ım benim.”
dediği Miyavdil’in bugün hiç mi hiç neşesi yoktu. Cemile Hanım’ın oğlu Mırnav Dospat onun kederli yüzüne hiç dayanamazdı. Onlar can arkadaştılar. Birlikte avlanırlar, şakalar yaparak eğlenirler ve her seferinde avlarını paylaşırlardı.

“Canım Miyavdil neyin var? Arka taraftaki tarlalara gidelim, orada fareler çoktur bu mevsimde bilirsin dedim, istemedin. Biz arkadaş değil miyiz? Lütfen benimle, neden üzüldüğünü paylaş!”
“Benim büyük annemin büyük büyük annesi, çok uzak diyarlardan gelmiş, çok çok yıllar önce Mırnav Dospat.” diyerek çok acı bir miyav sesi çıkardı.

“Miyavdil’im, yalnız sen ya da senin ataların mı, benimkiler de çok güzel dağları, yemyeşil çayırları olan sulak mı sulak bir bölgeden gelmişler. Geçmişimizi unutmamamızı istedikleri için annelerimiz biz minicikken başlarlardı anlatmaya. Ben de oraları özleyerek büyüdüm. Alışacağız, başka çaremiz yok. Biz artık oralı değil buralıyız.
Hayallerimizin güzel yurdunu da hiç unutmayız elbet. Bak hava çok güzel! Haydi, nazlanma artık hem konuşur hem dolaşırız Miyavdil, kedi kedinin acısını alırmış.”
Yanıma iyice yaklaştı ve yavaş yavaş, miyav miyav anlatmaya başladı:
“Sevgili Mırnav Dospat, Ali Efendi’nin büyük, büyük annesi Ayşe, o senin de bildiğin büyük göçte dört beş yaşlarında kadarmış. Annesi sardunya dallarından kırıp ıslak mendile sararak yanına alınca, Ayşe de doğalı daha bir hafta olmamış, gözleri bile açılmamış kedi yavrularından sarı- beyaz olan tatlı minnoşu yanına almak istemiş. Annesi, ‘Olmaz, yollarda telef olur.’ dese de Ayşe’nin ağlamasına dayanamamış. Bir beze sararak, ‘Koynuna sok, kafası dışarıda kalsın yoksa nefes alamaz, ölür.’ diyerek Ayşe’ye vermiş.”

“Çok heyecanlandım, ne çok seviyormuş kedileri senin Ali Efendi’nin büyük büyük annesi. Dostumuzmuş gerçekten, kedi dostu, hayvan dostu. Sonra... Sonra ne olmuş Miyavdil çok merak ettim?”
“Ayşe, benim büyük büyük annem olan kedisiyle beraber büyümüş ve ona ‘Miyavdil’ adını vermiş. O gündür bugündür, annemin anlattığı kadarıyla, şöyle bir yol izliyorlarmış: Ana Miyavdil altı yedi yaşına gelince, yani doğurganlık döneminin sonuna doğru yaptığı doğumda yavrularından kendine benzeyen sarı-beyaz dişi kedi yavrusunu alıp diğerlerini konu komşudan isteyenlere veriyorlarmış. Anne kedi, yavrusunu atalarından öğrendiği gibi eğitiyor ve geçmişini, geldikleri güzel yerleri anlatıp onun Miyavdil kafasına iyice yerleştiriyormuş. Sık sık da ‘Unutma sakın, senin ataların suyun öte yakasından geldi, buradakilerden farklısın, özünü kaybetme, öğrettiklerimi de unutma.’ dermiş. Bütün sarı-beyaz dişi yavrulardan birinin adı hep Miyavdil konuyormuş, ailede âdetmiş, mübadele olayı unutulmasın, bu ad da onu çağrıştırsın diye...”

“Miyavdil, gerçekten senin avın üzerine atılışın bile başka, ben çok denedim senin gibi yapmayı, ama olmadı. Sonra ‘cinsiyet farkı’ diye düşündüm. Sen dans eder gibi atlıyorsun avının üstüne, ben daha sert. Eeee? Devam et sen, ben dayanamadım araya giriverdim.”
“Dün gece ailece konuşuyorlardı bizimkiler sevgili Mırnav Dospat. Beni size bırakıp göçüp geldikleri o güzel memlekete gidip ata toprağını koklayacaklar, özlem gidereceklermiş. Ben de oraları merak ediyorum, benim de büyük büyük annemin gözleri oradan gelirken at arabasında açılmış, ben de özledim... Ayşe’nin Miyavdil’i gözleri kapalı olsa da yüreği ile annesine veda ederken unutmaması gereken şeyleri kısaca anlatmış annesi, o da hatırladıklarını çocuklarına ve özellikle kendine benzeyen sarı-beyaz kızı Miyavdil’e anlatıyormuş. Böylece neslimiz devam etmiş, bana kadar gelmiş. Büyük büyük annem suyu çok severmiş ve güzel de yüzermiş köylerinin kıyısındaki derede. Çevremdeki kediler, sen dâhil, suya girmeyi sevmiyorsunuz. Sen de göçmensin Mırnav Dospat, ama bu bir cins özelliği demek ki. Ne olur sanki beni de götürseler, ben de atalarımın yüzdüğü o güzel derede yüzsem...”
“Burada beraber koşar oynar, eğleniriz. Üzülme Miyavdil!”
“Gece hiç uyuyamadım, sabaha karşı dalıvermişim. Rüyamda o şırıl şırıl akan derede yüzüyorum, yüzüyorum. Birden etrafımda bir sürü sarı-beyaz kedi, hepsi de çok yaşlı, kimisi zayıf kimisi şişman. Çevremde halka oldular ve ‘Mır, mır, mır!.. Atalarını ve vatanını unutma!’ diye seslendiler. Uyanıvermişim.”
“Sevgili Miyavdil, yavrularımızdan bakalım kaç tanesi sana, kaç tanesi bana benzeyecek, çok merak ediyorum.”
“Melez olacakları da unutma baba Mırnav! Koş, koş Dospat, bize sesleniyorlar!”
Eda:
“Evden çok uzaklaşmışlar anneciğim, sesimizi duyarlar mı acaba? Yine bizim Miyavdil sevgili Dospat’ının yanındadır. Bakalım bu ayrılığa dayanabilecek mi, her gün Dospat’ı görmeden yapamaz da...”
“Ben onu hiç burada bırakır mıyım Edacığım? O bizim ailemizin Sarı Kız’ı hem de ezelden beri.”
“Miyavdil neredesin, bak sana ne diyeceğim... Miyavdil! Miyavdil!..”
“Koş Dospat koş! Bu bizim kızıl saçlı prensesin sesi, Edacığımın sesi...”
Dayanamadım, Miyavdil’e onu da atalarının memleketlerine götüreceklerini söyleyiverdim.
“Neee?.. Ne diyorsun sen Edoş'um?.. İnanamıyorum. Kuyruğumu çek Dospat, ben yine rüya mı görüyorum, yoksa söyledikleri gerçek mi? Derede sahiden yüzebilecek miyim? Ben de Ana vatandan Ata vatanına gidiyorum. Sevgili Mır- nav'ım, Sevgili Dospat'ım!.. Bekle beni mutlaka döneceğim.”

 

                                                                   

Sayfa : 11