...
Başlık : UD...
Yazar : Yalçın Ergir

UD… 1940'LAR - ANKARA Okuyacağınız satırlar; 14 senelik bir bekleyişten sonra, nihayet yazmama izin verilenlerdir. Loş bir odada, Selahattin Pınar dinlenirken, tarifsiz hüzünle yazılmaktadır. Rahmetli Asiye'nin kızına anlattıkları; tam bir Ankara hanımefendisi olan kızı Nefise'nin de yıllar önce "hiç yazmamam" kaydıyla bana anlattıkları ve söz verdiğim için paylaşamadıklarımdır.
Yıllar sonra "başta annesininki olmak üzere, öyküdeki tüm isimleri değiştirmem kaydıyla" yazmama izin verilenler
- yıllardan beri yüreğimi hüzünle "o çoook derinden etkileyenler"dir...
düş hekimi yalçın ergir 2019'lar; Ankara

                                                                             ** ** **

 ASİYE
Hacı Bayram'da; annesi Tevhide ile o 2 katlı evde otururdu Asiye.
2 katlı dediğime bakmayın; 1 oda - taş avlu aşağıda, 1 oda yukarıda, tahta merdivenli, derme çatma eski bir Ankara eviydi işte.
Anne Tevhide, anne ve babasını çocukken yitirmiş, 19'una geldiğinde varlıklı halaları onu kendisinden çok yaşlı 2 çocuklu Memduh ile evlendirmişlerdi. Memduh çok şefkatli, sanatçı bir adamdı. Köyünde çizdiği yeşil yapraklı kırmızı karanfiller dilden dile dolaşırdı.
Tevhide genç yaşında Memduh'un çocuklarına analık yaparken; 10 yıl ara ile 2 çocuk doğurmuştu: Mebrure ve Asiye.

Asiye 4 yaşındayken aksakallı Memduh Hoca hastalandı; at üstünde götürdükleri hastanede Hakk'ın rahmetine kavuştu. Ardından 15'indeki Mebrure, haldeki bir kabzımal ile evlendirildi
ve ana - kız, rahmetli Memduh'un 2 katlı, taş avlulu evine taşındı;
alt odayı kiraya vererek, yoksul bir hayat yaşamaya başladılar.

Asiye o lüle lüle saçları, bembeyaz teni, sevgi dolu kalbiyle çok güzel, babası gibi marifetli, çok hayat dolu bir genç kız olmuştu.

Sesinin Safiye Ayla'dan daha güzel olduğunu söylerlerdi. Arkadaş toplantılarında hep ona şarkı söyletirler; evlerinin önünden geçenler o sesi çok iyi bilirlerdi. Mahallenin kızları saçlarını onun gibi tarar; giysilerini hep onun basmadan diktiği elbiselere benzetirlerdi.
                                                                      ** ** **
NECMİ

Giriş katındaki odada yeni bir kiracıları vardı: Yedek subay Necmi.
Askerliği süresinde orada yaşayacaktı. Asiye ona önceleri hep mahcup selam verir, arada anasının demlediği çayı kapısını tıklatıp bırakırdı.
Necmi müziği çok severdi, hele o parlak gözlere, o şarkılarını duyduğu sese çook aşıktı
ama o da duygusal olduğu kadar mahcuptu.
Terhisine 1 ay kala dayanamayıp merdivene Asiye'nin görebileceği şekilde kırmızı ip ile sarılmış bir mektup bıraktı:
- - - - - - -

Sevdiğim

Seni ilk gördüğüm andan beri sevgim var. Bu sevgim el'an da mevcut. Senin gözlerin, kıvrık kirpiklerin, şen kahkahalarının meftunuyum. Bana gösterdiğin yakınlığa istinaden, seninle aşk arkadaşı olmak istiyorum. Eğer sen de bu sevgime karşılık verirsen mektubunu beklerim.

Necmi
- - - - - - -

Mahvolmuştu Asiye; kalbi duracaktı
ama
ama
ama rüyalarından hiç çıkmasa da Necmi -
bir daha hiç o kapıyı tıklamayacaktı
ve Necmi, Asiye’nin kendisini ne kadar çok sevdiğini asla bilemeyecekti.
Asiye; Necmi’nin gözlerinde bir renk, kulaklarında bir ses ve içinde bir nefes olarak kalacaktı…

1 ay sonra askerliği biten Necmi arkasında tertemiz bir oda -
ve içinde seramik beyaz bir kuş da olan kutuda, ortadan katlanmış bir kağıt bıraktı:
- - - - - - -
Ah sevdiceğim, benim güzel gözlüm
Ne olurdu sen de sevseydin beni
Bir kuşun kanadında ikimiz
Süzülseydik mavi göklere...
- - - - - - -

                                                                ** ** **
SABİHA
Alt kattaki odayı yeni bir kiracıya vermişlerdi. UD çalarak geçimini sürdüren SABİHA.

Sabiha taşınırken Asiye ona yardım etmişti. Sabiha 2 UD getirmişti. Teki düğünlerde, gecelerde çaldığı UD; ötekisi de özenle kenarları fırfırlı çiçekli desenli Amerikan bezi torbasında duran çok eski, çok değerli bir UD.

 O Osmanlı UDu, Sabiha'ya UD çalmasını öğreten annesinden yadigardı ve zedelenmesine kıyamadığı için, çalgı olarak işe götürmüyordu. Onu artık kiracısı olduğu yeni odasının duvarına asmıştı.

Sabiha taşındıktan sonra evleri çok şenlenmişti.
Alt kattan şahane UD sesleri gelirken, üst kattan da kendisi görünmeyen bir kızın güzel sesi ona eşlik etmekteydi.

Bir gün Sabiha dayanamadı; Asiye'ye söyledi:

- Evlendiğinde annemin UDunu sana vereceğim; onun kıymetini ancak sen bilirsin...
Belki de sırf bu nedenle Asiye sabırsızlıkla Necmi gibi birisiyle evleneceği günü bekledi                                                                . ** ** **

ZİYA
Ulus’ta bir dükkanı vardı. Hiç konuşmayan asık suratlı 30 yaşlarında bir adamdı Ziya. Annesi ve babasıyla birlikte yaşardı.

Yaman anası, Asiye'yi duymuş ve bir yoklama yapmıştı. Atatürk Orman Çiftiliği'ndeki bir piknikte, iki aile tesadüfen yakınlara düşmüş - uzaktan ve güya belli etmeden:
-Bak; o işte..." diye birbirlerine gösterilmişlerdi.

Usul, görücülük tamamdı - bir dahaki ilk görüşme düğünde olacaktı.

Zande ruj, Tokalon pudra, metal bigudiler, sürme .... düğün günü gelmişti. Ağlayan Asiye; Necmi gibi birisiyle evleneceğini düşleyerek telli duvaklı gelinliğini giymişti. O kadar, o kadar güzeldi ki...

Kızı almaya geldiler; tahta merdivenlerden taşlığa indi.

Ata yakalı beyaz gömlek, rugan pabuçlar; hiç tanımadığı bir adamın koluna girdi - bundan sonraki tüm ömrünü onunla geçirecekti.

Kayınvalide aman vermiyordu yeni evinde. Etliye sütlüye karışmazken kayınpederi; suratı hep beş karış dolaşıyordu anasının kuzusu, at yarışı tutkunu eşi.

Asiye gün boyu kayınvalideye, kayınpedere, çamaşıra, temizliğe yetişmeye çalışırken; akşam da hiç konuşmayan Ziya'ya sıcak yemeğini pişiriyor; onu güldürmeye çalışırken şaklabanlıkla suçlanıyordu.

Yine hizmete yetişemediği bir gün Ziya eve erken geldi. Dükkanın önündeki iki kadının kendisini göstererek konuşmalarını işitmişti

 - Bak şu adam, o güzel sesli Asiye'nin eşi..
. Yoksa? Asiye daha önce şarkıcı olabilir miydi??? Koşa koşa eve gelip, Asiye'yi odaya sürüklemişti. Asiye'nin yediği dayağın yüreğinde kalan izleri, son nefesine kadar geçmeyecekti. O gece pikeyi kafasına kadar çekip sessizce inlerken düşündü:
- Acaba Necmi şu anda neredeydi?

                                                                    ** ** **
UD
Bir gün Asiye'yi ziyarete UD çalan kiracıları Sabiha geldi. Yanında kenarları fırfırlı, çiçekli desenli Amerikan bezi torbasında annesinin yadigarı UDu getirmişti.

- Bu UD artık senin. Onun da, senin de çook mutlu olacağınıza eminim...

Akşam on karış suratıyla Ziya eve geldi. Belli ki yine at yarışında kaybetmişti. Önüne hemen sıcak yemek konmasını isterdi.

O sırada, gözü duvara asılmış UDa ilişti.
- Bu ner'den çıktı böyle??? diye kükredi.
Asiye heyecanla
 - Sabiha Abla hediye etti... diyebildi. Ziya hışımla UDu duvardan alıp yere attı. UDdan çıkan acıklı bir ses, sağır duvarlarda çınladı.
- UD ha?!?!? Şarkı söyleyeceksin ha??!!??
UDu bu sefer daha da hırsla yerden alıp var gücüyle duvara çarptı.
İncecik ceviz dilimler, ladin parçaları ahenksizce odaya dağıldı. Yerde zarif burgular dururken, başucunda hüngür hüngür Asiye ağlamaktaydı.
Yıllar sonra Ulus sokaklarını yutacak büyük sel, belki de o akşam başlamıştı.

                                                                  ** ** **

YALÇIN
Bu öyküyü burada kesiyorum; Asiye ve Ziya'nın sonraki yıllarda doğan kızı Nefise ilk anlattığında -
tam bu noktadayken, ağlamak üzere olduğumu anımsıyorum.

Ama Ziya babasıydı sonuçta ve çoktan rahmetlik olduğundan bunu yazmamı içine sindirememişti Nefise.

Derken yıllar sonra dayanamayıp ulaştım zarafet örneği, UD öğrencisi Nefise'ye ve buluştuk çay, simit eşliğinde.

Yeniden yaşandı Asiye'nin bir ömür sürmüş suskun çilesi sohbetimizde
 ve seçmediği hayatı yaşamak zorunda kalmış tüm Asiye'ler için,
"isimleri değiştirerek" paylaşmaya karar verdik birlikte.

"Hiçbir bedel, başkasının yaşamını yaşamaktan daha ağır değildir..." düşüncesi - "herkesin çook geç olmadan, en sevdiğinin değerini bilebilmesi..." dileğiyle...

düş hekimi yalçın ergir & asiye'nin kızı nefise ankara – kavaksız, dertsiz kavaklıdere

Sayfa : 11