...
Başlık : Şiirimizde Göç
Yazar : Ş. Nezih Kuleyin

Savaş, kıtlık, deprem, kuraklık, etnik ve dini çatışmalar insanları yurtlarından etmiş on binlerce yıl. Destanlar yazmışız göç üstüne şiirler. Belki biraz içimizdeki acıyı gidersin diye, biraz da acıyı öğretici bir öge olarak kuşaktan kuşağa taşımak için.

Ben Bayburtlu Zihni’yi halk şiirinde göç ögesini hepimizin ezbere bildiği şiiriyle günümüze kadar tüm acısını bize damarlarımızda hissettirerek taşıdığına inananlardanım. Göçün insan üzerinde yarattığı acıyı hem psikolojik hem de sosyolojik sonuçlarıyla aktarmayı başarmıştır.

 Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o maralı
Hangi yerde görsem çeşm-i gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah u zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağ -ı ban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

Şiir o kadar etkili olmuştur ki ülkemiz bestecileri onu yaşatmak en uygun tınıları bulmak üzere neredeyse yarışmışlardır.

Göç göçebe toplumların bir kaderidir. Bazen bir zor karşısında değil yaşamın devam etmesi için göç etmek zorunluluktur. Ahmet Telli bu zorunluluğun yarattığı duyguları aktarır bize “Göç” şiirinde. İlk iki kıtasını aktarmak isterim sizlere.

“Göç oldu bir acıdan öbür acıya
oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu
Devrildi kıl çadırlar seher vakti
usulca uyandırıldı çocuklar
ve kadınlar bohçası çözülmemiş
bir keder gibi gibi düştüler yola”

Serdar Koç ise göçe neden olan en önemli olguyu, savaş olgusunu şöyle işlemiştir Yandı kavruldu adlı şiirinde

YANDI KAVRULDU
kavruldu…
acılar sığınağı saçları anaların
kız kardeşlerimiz;
barınaklarımız…
çocuklar öldürüldü; yarınımız
barikatlarımız; “yanardağ çiçekleri”
duasız tabutsuz mezarsız…

İnsan yaşamında mekânın yeri çok önemlidir. Göçerlerin mekânı neresidir sorusuna yanıt vermek o kadar kolay değildir. Göçerlik kendi içerisinde bulunduğun mekâna bağlanmama ya da bağlanmamaya çalışma duygusunu da taşır. Göçer bulunduğu mekâna ne kadar az bağlanırsa o kadar iyi olacağını göç ettiği yere duyduğu özlemle her an anımsar. Siyasi nedenlerle bir başka ülkeye göç etmek zorunda olanların yurt özlemi de içinde bir yandan yeni mekâna bağlanmama eğilimi de taşır. Ama bir şey eksiktir gelinen yerin sıcaklığı ya da kokusu. Nazım Hikmet’in ünlü şiirinden alınma bir bölümle aktaralım düşüncelerimizi.

Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz’in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nâzım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri…

Göç insanın doğal çevresinden kopmasıdır. Daha da önemlisi göç edenler geldikleri yerde kendilerinin dilini bilmeyen ve tamamen farklı bir kültüre sahip bir başka insanlarla ile yeni bir yaşam kurmak zorunda kalırlar. Bu bir iletişim faciasıdır.
Karacaoğlan’ın şiiri ile örnekleyelim bu durumu.

“İndim seyran ettim Firengistan'ı
İlleri var, bizim ile benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var, bizim güle benzemez
Göllerinde kuğuları yüzüşür
Meşesinde sığınları böğrüşür
Güzelleri türkü söyler, çığrışır
Dilleri var, bizim dile benzemez
Seyr edüben gelir Karadeniz'i
Kanları yok, sarı sarı benizli
Öğün etmiş, kara domuz etini
Dinleri var, bizim dine benzemez”

Göç insan doğasına da çok aykırı bir durum. Yapılan araştırmalar insanların büyük çoğunluğunun göç olgusu ile çok ani olarak karşılaştığını göstermektedir. Bir anda taşıyabileceğiniz birkaç parçayı biraz da birikmiş paranız varsa alıp yola revan olursunuz. Şartlar zordur hastalık ve ölüm artık kapı komşunuz olarak sizinle birlikte yala koyulmuştur. Korku, sağlık sorunları ve olumsuz çevre şartları sizi bekler. İnsan doğasına en aykırı olaylardan birisi şüphesiz göçtür.

Yazımızın bu insanlığa aykırı olayı Eski Nine adlı şiirinde uzun uzun anlatan Gülten Akın’ın o ünlü şiirinden kısa bir alıntıyla bitirelim.

Ölümün ve göçün dokunmadığı tek nesne
var mıdır
ölüm yok eder göç değiştirir
kendisi kalamaz kimse
sarp ve suskun ninelerden başka
onlar kimi zaman sırtlarında
kimi zaman sımsıkı kucak
hâlâ evin bebelerini avutmada

 

 

 

 

 

Sayfa : 9