...
Başlık : KEMAL’İN DOĞDUĞU YER
Yazar : Ş. Didem Keremoğlu

     Sisli bir sabah, trafik çok ağır akıyor. Arka koltukların üstü dahil bir sürü hırtı pırtı yüklenmiş arabaya. Viraneye dönmüş bir evin, bir hayatın son yaşanmışlıkları… Ruganı çatlamış çantası kucağında, ayaklarını bileklerinden çaprazlamış; hüküm sürdüğü saltanat çoktan yitip gitse de asaletinden hiçbir şey kaybetmeyen bir kontes eskisi gibi kurulmuş yanımdaki koltuğa halam. Saçlarını, görmüş geçirmiş günlerinden kalan sedef kakmalı iki kemik tarakla ensesinin üstünden toplamış. Giydiği tek bantlı sandaletten çıkan deforme olmuş, nasır kaplı parmakları o incecik ayak bileklerine ait değilmiş gibi duruyor.
     “Nereye gidiyoruz evlatcığım?
     “Perihan halamın kaldığı yere” diye uyduruyorum. Vızıldanmasını çekecek durumda değilim.
     “Aa! Döndü mü Perihan?” diyor. “Madem Peri’ye çaya gidiyoruz, üstüne başına biraz özen gösterir insan çocuğum. Saçlarının bu kısacık hali hele hiç yaraşmıyor sana Handan!” Yine aynı yok sayış!  “Ne o öyle amansız hastalığa tutulmuş gibi…” Yine aynı reddedilme hâli. Derin bir nefes alıyorum. Bir derin nefes daha… Neredeyse durma noktasına gelmiş trafik, açık camdan içeri dolan egzoz kokusu, halamın kibirli kalkışması, arka koltuğa yığılmış eşyalar, her dur- kalkta enseme vuran abajur başlığı… Sinirden kafam karıncalanıyor.
      “Hala, adım ne benim? Kimim ben?” Sonu gelmez tartışmalardan birine daha hazırlanıyorken susuyorum. Atlatılan onca badireden sonra hâlâ kendimi hırpalıyor olmama gerek yok!
       “Baban da olacak mı o gittiğimiz yerde?” Cevap vermiyorum. İtildiğim o yalnızlıktan çağrılıp halamın işlerini halletmek niye bana kaldı diye merak ediyorum bir yandan da? Belki de geçtiğim yerlerden fısıltıların eksik olmamasına daha fazla dayanamadığımdan gitmişimdir…Arkamda bıraktığım bu şehir hep aynıyı vuruyor yüzüme: Duyduğum utançtan ölmek istediğim zamanları…Erkeklerin ısrarlı bakışları vücuduma her değdiğinde hissettiğim iğrenme! Geceleri örtünün altında düşlediğim bedenler… Gerçeğimle yüzleşemeyip kimsesiz kalışlarım. Kasvet kasvet kasvet…İnternetin kirli ortamına sızış, gruplara giriş… Ah o kapkara yaşanmışlıklarım benim! “Taş doğursaymışım bunu doğuracağıma Kemal! Ele güne rezillik. Nasıl kalkacak o başın yerden şimdi?..” Dur durak bilmeden konuşan annem. Babamsa hep sessizliği seçiyor…
Babamın benim yüzümden kahrettiğini vurması suratıma annemin!
Gerçekten öyle mi olmuştur peki?
Değil.
Şöyle oldu: Senin, benim günahımı babama yıkmanla oldu anne!
Bileklerimi boylamasına kesmeliymişim! 
     Ah bu sis, bu olduğu yerde sayan trafik, diye geçiriyor aklından Melekper Hanım. Ne uğursuz bir sabahtır bu! Asla anlayamayacaktır bu çocuğu. Oysa sevgili kardeşi Kemal’e en çok da o benzer. Kahkahası, sesinin ruh haline göre değişen o tiz tonu. Kızınca kısılan tek gözü… Israrcılığı!
Üstü başı pek bir özensiz yine. Hele o saçları! Amansız illetliler gibi…
     “Hala uyuyor musunuz?” Cevap vermek yerine hafifçe inilder yaşlı kadın. Dur kalklarda cama vuran kafasını yeğeninden yana döndürür usulca.
     “Adımı diyordum hala… Adım ne benim?” Biri o anı gözlüyor olsa halanın suratındaki ifadeyi pek de hayra yormaz. Kaybolmuşlukla tiksinmek arası bir ifade. Birden trafik açılır. Beklenmedik bir şey bu! Derinlemesine akar otoban arabanın ön camından. Tünele girerler. O kocaman karanlığın içinde yol alırken ürker Melekper Hanım.
     “Baban da olacak mı gittiğimiz yerde?” diye sorar cevap alamasa da. Yine cama yaslar başını, gözlerini kapar. Uzun, upuzun o sessizlik hâli gidecekleri yere varıncaya kadar devam eder. “Siz bize bırakın arabadaki eşyaları” der, onları kapıda karşılayan görevli. Yeğenin kolunda, birkaç basamakla girilen aydınlık lobiye yönelirler. Yere kadar inen camın önündeki gülen yüzlü kadın “Hoşgeldiniz Kemal Bey” der. “Özlettiniz kendinizi, yoksunuz epeydir.” Bir başka şehre taşındığını söyler Kemal denen. “Halam için birkaç günlüğüne geldim.” 
İyice karıştırır hala! AKM*’nin fuayesinde sanır kendini. Kimin konserine geldiklerini sorar. Tekerlekli sandalyeye oturmamakta kararlıdır. Ikına tıkana da olsa yürüyecektir.
Asansörle en üst kata çıkarlar.
Ruhsuz bir alan! Her şey çok temiz, çok aynı! Üstünde “9” yazan kapıdan içeri girerler. Arabadaki o hırtı pırtının ne ara buraya taşındığını merak eder her ikisi de? Bavul bile açılmış. Giysiler askıda…
     “Perihan burada mı kalıyormuş artık? Yazık!” der Melekper Hanım. Çantasını sıkı sıkı tutan mavi damarlı elleri titriyordur. “Benim esvaplarım değil mi bunlar?” Yaşlılığın sulandırdığı mavi gözleri etrafta dolanır. Şapkasında güve delikleri olan abajurda durur bakışları!
     “Neler oluyor böyle? Neresi burası Handan?”
     “Handan’ın öldüğü yer burası hala.”

 

 

 

 

Sayfa : 16