...
Başlık : İSTİKAMET FIRINLAR
Yazar : MAHMUT ARSLAN

 

           Büyük İnsan Prof.Dr. Sencer İmer’in Aziz Hatırasına

Her zamanki gibi lacivert takım elbisesi ve beyaz gömleği ile bürokrat kavramının somutlaşmış haliydi bizim Genel Müdür. Uzun boyu, güleç yüzü, insana güven veren bakışlarıyla etrafındakilere ben tecrübenin aynasıyım da diyordu. Binaya girdiğinde herkes ayağa kalkardı. Çok disiplinli ve sert biriydi ama çalışanlar korkudan değil daha çok saygıyla karışık bir sevgiden dolayı ayağa kalkarlardı. Binaya girdiğinde isterse önüne bir daire başkanı isterse bir çaycı çıksın herkesin hal hatırını sorar yüzlerce insanın çalıştığı o binada herekese adı ile hitap ederdi. İnanılmaz bir hafızaya sahip olduğu söylenirdi.

Başbakanla bakanlar bile doğrudan görüşemezken bizim Genel Müdür onunla randevusuz görüşebilen bir kaç kişiden biriydi. Genel Müdürün bu gücü ne siyasi görüşlerinden ne bazıları gibi iktidar dalkavukluğundan değil sahip olduğu teknik bilgiden geliyordu. O merdivenleri bin bir Bizans oyunu ile tırmanmış alaylı bir genel müdür de değildi. Almanya’da hem mühendislik hem de felsefe doktorası yapmış, İngilizce ve Almanca’ya ileri derecede hakim, hem teknik hem de sosyal yönü çok kuvvetli ilginç bir şahsiyetti. Aslında O iyi bir teknokrattı fakat zamanın başbakanının ricası üzerine bürokrat olmuştu.

Genel Müdür Ankara’yı tepeden gören makam odasında sabah kahvesini yudumluyordu. Ankara’da açık ve güneşli bir bahar günü daha başlıyordu. İskenderun’da ise geceden başlayan yağmur bir türlü hız kesmemişti. Oralarda yılın bu vakitlerinde epey yağmur yağardı ancak bu seferki bambaşkaydı. Demir Çelik Fabrikasında yaşananlar sıradan bir gün değildi. Telaş ve endişe bütün birimleri sarmıştı. Geceden beri durmadan yağan sağanak yağmurun neden olduğu sel suları fabrika arazisine ulaşmış, fırınlar bölgesine doğru yaklaşıyordu. Bir demir çelik fabrikası tıpkı bir rafineri gibi durmaksızın yirmi dört saat çalışmak zorundaydı. Üretim en az miktara düşürülebilir ama asla durudurulamazdı. Üretimin durması demek fabrikanın kapanması anlamına gelirdi ve fabrikayı yeniden devreye almanın maliyeti de neredeyse yeni bir fabrika kurmak kadar pahalıydı. Fırınlar ise bir demir çelik fabrikasının kalbiydi ve fırınların sönmesi demek fabrikanın da kapanması yani ülke açısından da ekonomik felaket demekti. Böyle bir şeyin olması en çok da Türkiye’nin demir çelik üretiminin durdurmasını ya da düşürmesini talep eden büyük güçleri sevindirirdi. Genel Müdür uluslararası demir çelik kongrelerinde Türkiye’nin üretimi düşürmesi yönünde büyük güçlerin temsilcileri tarafından üstü kapalı tehditler almış fakat butehditlere rağmen üretimi düşümemişti. Bunun bir sonucu olarak da evinin önünde gerçekleşen ciddi bir suikast teşebbüsünden canını zor kurtarmıştı. O günden beri de ruhsatlı silahını belinde taşır olmuştu.

“Babaaaaa çabuk eve gel lojmanı su bastı” diye fabrikanın Jandarma karakolunun karşında dikilmişti Jandarma Başçavuş Hamdi’nin küçük oğlu. Başçavuş Hamdi dört yıldır fabrikanın koruma birliğine komuta ediyordu. Ailesiyle kalabileceği ufak bir de lojman da vermişlerdi fabrika sahasında. Aslında böyle acil bir durumda görev yerini terk etmemesi gerekirken biraz da orada hesap vereceği bir amirinin olmamasının verdiği rahatlıkla oğlunun peşine takılıp lojmanına gitmiş ve paçalarını sıyırarak aile efradıyla birlikte içeri dolan suyu kovalarla boşaltmaya başlamışlardı. Her ihtimale karşı Onbaşı Hüseyin’i askeri kamyonun içinde nöbete dikmiş ve kendisinin emri olmadan asla yerinden kıpırdamaması için de sıkıca tenbihlemişti Hamdi Başçavuş. Köyünden gelip asker ocağında devletin onbaşı rütbesini alan Hüseyin ise , görevinin ve durumun ciddiyetine vakıftı, annesi onu bugünler için doğurmuştu. Sel tehdidi altındaki fırınlar bölgesinde otomobilleriyle gitmeye çalışan ancak başaramayan mühendislerin askeri kamyonu kullanmak için yaptıkları binbir ricaya aldırış etmemiş ve yerinden bir milim kıpırdamadan komutanının emrini beklemişti.

Fırınlar bölgesinde beş altı mühendis mahsur kalmıştı ve de yardım gelmezse fırınları su basması ve de fabrikanın kapanması tehlikesi sözkonusuydu. Sel sularının fırınlara girmemesi için aşağıdaki yolu bariyerle kapatabilecek bir iş makinasına ya da güçlü bir ağır araca ihtiyaçları vardı.

Bunlar olmazdan saatler önce Ankara’daki ofisinde kahvesini yudumlayan Genel Müdür sel haberini alır almaz kahvesini bırakmış, özel kaleme çatıya derhal bir helikopter çağrılmasını söylemiş ve on dakika içinde gelen helikoptere atlayarak birkaç saatte fabrikanın bahçesine inmişti. Kendisini alanda yağmurdan sırılsıklam bir şekilde karşılayan Fabrika Müdürüne telaşla sormuştu:
“Durum nasıl?”
“Şu an acilen bir kamyona ihtiyacımız var fırınlar tehlikde efendim.”
“Koskoca fabrikada kamyonunuz yok mu yani?”
“Olmaz olur mu efendim ama hepsi sel sularının kapattığı yolun karşısında kaldı. Şu anda bir tane askeri kamyon var karakolun önünde. Karakol komutanı ortada yok ve içindeki onbaşı da komutanım emir vermedikçe kamyonu hareket ettirmem diyor. Şehirden araçlar ve itfaiye yola çıktı ama biz burada dakikalarla savaşıyoruz.”

Suratı iyice kızarıp kıpkırmızı olan Genel Müdür hışımla sordu:
“Nerede bu askeri kamyon gösterin bana.”
“Hemen şurada efendim”

Lacivert takım elbisesi ve şık iskarpinlerine aldırmadan yağmur altında çamura bata çıka askeri kamyonun yanına gelen Genel Müdür orada bulunanların şaşkın bakışları altında belinden tabancasını çıkarmış seri bir hareketle kamyona atlamış ve şoför mahallinde oturan Onbaşı Hüseyin’in görebileceği şekilde silahının namlusu ile fırınlar bölgesini göstererek:
“Asker! Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı adına bu araca el koyuyorum. İstikamet Fırınlar.”
“Emredersiniz Komutanım.”
Kamyon çamurlara bata çıka fırınlar bölgesine doğru gözden kaybolmuştu.

Sayfa : 12