...
Başlık : GÖÇ VE Y/OL
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

     Buradaki sözcükleri okuyunca sanırım zihniniz hemen bambaşka şeyler düşünmeye başlayacaktır. Biz buna zihin yolculuğu dersek; göç, göçmen, göçer, göçebe, göçkün, iç göç, beyin göçü, kültür göçü, ruh göçü, mübadele, mübadil, Alman’cı, sürgün, gönüllü sürgün, kendine gidiş, hac da zihnin yolcularıdır. Bu sözcüklerin anlamını sözlüklerde bulabiliriz. Bu yolda, yolculukta neler oluyor, onu anlamaya çalışalım.

     “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” der Tolstoy.  

    ‘Göç’ ve ‘Yol’ ayrılmaz iki kavram olarak görülür. İnsanların yerleşik oldukları ortamdan pek çok sebeple başka bir ortama gitmeleri yani yola çıkmaları farklı duyguları yaşatır yola çıkanlara. Yola çıkanların sadece bedenleri değil, duyguları, alışkanlıkları, kültürleri, geçmiş ve gelecekleri de yola çıkar. Yola çıkanların, felsefe, psikoloji, sanat ve edebiyatla yolları kesişir.

     İnsanlık, farklı zamanlarda ve coğrafyalarda göçler yaşamıştır ve yaşamaktadır. Göçlerin bazıları insanların kendi isteğiyle, bazılarıysa zorunlu olarak yola çıkmalarıdır. Kendi isteğiyle yola çıkışlar; yaşanılan coğrafyanın uygun olmaması, çoraklık, dağlık veya çok kalabalık yerlerde beslenme, barınma koşullarının yetersizliği ile insanların aileleri veya grup olarak başka bir yere gitmesi diyebiliriz. Bu yola çıkışta kararı birey, aile, grup veya toplumlar kendileri verir.

Kendi isteğiyle yola çıkmayanlar; Savaşlar dünya tarihinde insanlara göçü zorunlu kılmıştır. En yakın tarihi göç olarak ikinci dünya savaşını, Irak, Suriye, Libya, Afganistan ve bugünlerde yaşanan Rusya- Ukrayna savaşını söyleyebiliriz. Savaşlarda siviller, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar öncelikle yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalır. Bundan başka, doğal afetler deprem, yangın, sel, heyelan, çığ gibi nedenlerle insanlar yaşadıkları yeri terk ederler.

     Tarihsel göçlere baktığımızda ‘Mübadele’ olayı belki de kendine özgü yönleriyle en çok ilgi çeken süreçtir. 1955 yılında İstanbul’da yaşanan 6-7 Eylül olayları, 1961 yılında ilk Türk işçilerin Almanya’ya gidişi de farklı bir göçü başlatır. İnsanlık tarihinde inançları için yola çıkan insanlar hep var olagelmiştir. Hac yolcusu diyebileceğimiz bu insanlar bazen gittikleri yerde kalırlar, dönenlerin kendilerine yolculukları devam eder.

    Sanat tarihinde de göç, yol, yolculuk temalı pek çok resim, heykel, müzik, sinema, tiyatro, opera, bale, roman, öykü, masal, destan, şiir gibi eserler verilmiştir. Edebiyat eserlerini düşündüğümüzde hepsini sıralayamasak da bazı örnekler verebiliriz.

John Stenbeck Gazap Üzümleri romanı; “Genç yaşlı, kadın erkek, binlerce emekçinin verimli topraklara yolculuğunu ve bir ulusun yaşadığı dönüşümü işleyen bu roman, aynı zamanda iyi bir yaşam düşüyle Oklahoma'dan kalkıp Kaliforniya'ya doğru yola çıkan Joad ailesinin öyküsüdür.” (1)

W. G. Sebald, Göçmenler Kitabı; Güney Almanya'dan İsviçre'ye, Fransa'ya, İngiltere'ye, New York ve Kudüs'e göçen akrabalarının ve dostlarının peşinde, bize yaşam ve ölüm öyküleri anlatıyor Sebald. Geçmiş zamanın dipsiz derinliklerinden yitik yaşamları, unutulmuş ölümleri bugüne taşıyan Sebald'in Göçmenler'i, Yahudilerin tarihini Alman’larınkine, Alman’ların tarihini de Yahudilerinkine dönüştüren silik izlerin üzerinden geçiyor. Belirginleşip belleklerdeki asıl yerlerini bulsunlar diye... (Kitap arka kapak yazısı)

İnternetten arama motorlarına girildiğinde pek çok yabancı yazarın göç konusunda yazdığı şiirler, romanlar, öyküler bulunabilir.

Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” I. Dünya savaşı öncesi Anadolu'da yaşayan Rum ve Türk’lerin kardeşliğini, Ege'nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadeleyi anlatır.

Pek çok Türk yazar da dış göç, iç göç, mübadele ve diğer göç nedenlerini işleyen edebi eserler vermişlerdir.

Kemal Bilbaşar; “Zühre Ninem” “Büyük Bozgun” diye anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’yla başlayan, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarıyla süren ve Kurtuluş Savaşı’yla sonuçlanan çalkantılı bir dönemde hayatları parçalanan Rumeli insanlarını anlatır bu romanında. Zühre Nine’si de onlardan biridir.

Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında Lozan'da imzalanan protokol, Türkiye'de yaşayan Rum Ortodokslarla, Yunanistan'da yaşayan Müslümanların zorunlu mübadelesini öngörüyordu. Bu anlaşma ile yaklaşık iki milyona yakın insan karşılıklı olarak göç etmek zorunda kaldı. Bu yerinden yurdundan edilen insanları yazanlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz.

Kemal Yalçın; “Emanet Çeyiz” Denizli'nin Honaz Köyü'nde yaşayan bir Rum ailenin, sürgüne gönderilirken Müslüman komşularına bıraktığı kızlarının çeyizinin, yaklaşık seksen yıl sonra aileye geri veriliş öyküsüdür. Kemal Yalçın, dedesine emanet edilen çeyizi teslim etmek üzere Minoğlu ailesinin izini sürerken, on beş Rum ve on beş Türk mübadilin yaşam öyküsünü ve duygularını kendi ağızlarından aktarır bize.

Gül Ayşe Aydemir Yaldız;” Omorfo Girit – Güzel Selanik” Tarihi gerçekliğe uygun bir kurgu romandır. Roman tek bir tarafın değil hem Türk hem Rum mübadillerin romanıdır.                                                       Ferda Bozoklar Ardalı; “Düşlerde Kalan Girit” Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine doğru Rumların ve Hristiyan müttefiklerinin Girit'te Türk’lere karşı açtıkları savaş, Papazın kızı Eleni'nin Ahmet Cemal'le olan aşkını anlatır.

Kevser Ruhi; “Saçları Deli Çoruh” kurda kuşa sökmeyen sınır çizgilerinin acımasız bir yasağa, sevdanın sınırı geçtikten sonra kedere dönüştüğü “karşı yaka” da hasret çeken insanların, acının, sevincin, mutluluğun, düğün ve cenazenin, ayrılığın ve kavuşmanın iç içe geçtiği hikayeler...

Herkül Milas; Bugüne kadar Türk ve Yunan ilişkileri üzerinde ondan fazla kitap yazmış ve çevirmiştir. Herkül Millas’ın “Aile Mezarı” romanı, üç kuşak bir ailenin etrafında dönen dramatik bir mezar öyküsüdür. Mezar kavramından yola çıkarak toprak, etnik kimlik, memleket gibi konuları ele alırken bugün hâlâ dinmeyen bir yara olan mülteci sorununu yazar.

Kemal Yalçın’ın “Seninle Güler Yüreğim” ve Ece Temelkuran’ın “Ağrı’nın Derinliği kitapları da   tehcirle yani 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân Kanunu ile Anadolu'dan göçmek zorunda kalan Osmanlı vatandaşı Ermenilerin yaşamlarını anlatır.

Ayla Kutlu; “Yedi Bayrak” Saraybosna’dan İzmir’e. Yedi göç, yedi bayrak, kıyım, kırım, korku, açlık, umutsuzluk, çaresizliği tek umudu dalgalanan bir bayrak altında güvenli ve özgür bir vatana ulaşmak olan Hasret kızın yaşamını anlatır yazar Ayla Kutlu bu romanında.

     1960'lı yıllardan itibaren çok sayıda işçi Türkiye tarafından çeşitli ülkelere gönderilmiştir. Bu ülkeler arasında Almanya’nın ilk sırayı aldığı görülmekledir. Bu işçilerin yaşadıkları türlü sorunlar edebi eserlere konu olmuştur.

Bekir Yıldız; “Türkler Almanya’da” Yazarın otobiyografisi gibi okunabilecek bu roman Türkiye'den Almanya'ya işçi olarak giden gurbetçi Yüce’nin gözünden anlatır. İnsanı makineleştiren fabrikalar, Almanlar tarafından ezilip, hor görülme, kötü barınma ve kötü yaşam koşulları Türk işçilerinin karşılaştığı sorunlar yalın ve gerçekçi bir dille anlatılır.
Nursel Duruel, “Geyikler, Annem ve Almanya” isimli öyküsünü küçük bir kız çocuğunun dilinden anlatır. Öykünün kahramanı olan küçük kız, yabancısı olduğu bir evde, ertesi gün Almanya’ya, babasının yanına gidecek olan annesiyle birlikte geçirdiği son geceyi, bu gecede gördüğü etkileyici rüyayı ve ertesi güne kadar annesiyle birlikte ne şekilde değişip olgunlaştığını okura aktarır yazar Nursel Duruel.

Almanya’da yaşamış üç yazar tarafından yazılmış üç romanı da bu gruba dahil etmek mümkündür. Necati Tosuner;” Sancı... Sancı...”Aras Ören;” A’nın Gizli Yaşamı,” Işık Zileli “Son Bakış,” Nevzat Kutlu “Balkanlar Yanıyor,” Emin Arman “Ağlama Asan Ağlama” kitaplarıyla göç konusunu işlemişlerdir.

     Bunların dışında oturdukları evde, otobüste, kütüphanede, lokantada, bahçede, parkta, ormanda ya da herhangi bir yerde ‘kendine yolculuk’ ta içine yolculuklar da vardır ve bazı yazarlar da bunları yazıya dökmüşlerdir.

Adalet Ağaoğlu; “Göç Temizliği” 1985 yılında yazarın Ankara’dan İstanbul’a taşınma süreci içerisinde evindeki çalışma odasında geçirdiği üç-dört saatlik bir zaman dilimini kapsayan anlatısıdır. Burada bahsi geçen ev, manevi anlamda bir eve dönüşü gerektirmekle birlikte kadının kendisini hatırlayıp arınmasına ve yaşadığı içsel acıların iyileşmesine olanak verir.

Alberto Manguel: “Kütüphanemi Toplarken” ‘Kütüphanem benim kimliğim! Der.  Alberto Manguel’in kütüphanesini oluşturma, Fransa’da onlarla birlikte yaşama ve ayrılık süreçlerini paylaştığı kütüphanesinden ayrılmak zorunda kalışı üzerine yaktığı, deyim yerindeyse bir ağıttır.’ kitaplarının geleceğini, kütüphanesinin Lizbon’daki dirilişini ve kitaplarda bulduğu teselliyi anlatır bu kitabında.(2)                                                                                               
      Rabih Alameddine; “Lüzumsuz Kadın” Lübnan’lı yazar 2000’li yılların Beyrut’unda Aaliya Saleh adında yetmiş iki yaşındaki anne- babasız, çocuksuz, aşksız, arkadaşsız, yalnız bir kadının yaşamını anlatır. Yıllardır aynı köhnemiş apartmanda komşuluk yaptığı üç kadın ve çok özel bir arkadaşı Hannah dışında kimseyle ilişkisi yoktur. Ama çok özel bir merakı var Aaliya’nın. Her ocak ayının birinci günü yeni bir çeviriye başlamış. Elli yılda kırk kitap çevirmiş.

Dış dünyaya, insanlara, olup bitenlere kendisini kapatan bu kadın sevdiği yazarlarla, filozof ve sanatçılarla bir yolculuk yapıyor kendince. Yol arkadaşları; Fernando Pessoa, Sebald Dostoyevski, Patrick White, Marguerite Youcenar, Coetzee, António Lobo Antunes,

Hemingway, Camus, Spinoza ve daha niceleri…

     Hangi nedenle olursa olsun göç, gidenler ve geride kalanlar için duygusal boyutta derin travmalara neden olur. Göç; sadece A noktasından B noktasına gitmek değil, çok katmanlı bir meseledir. Göç eden kişi tek başına birey, aile veya bir grup, toplum olsa da göç durumuyla pek çok değişim, gelişim ve yol alırken ‘ol’ma hali yaşanır.Korku, endişe, kuşku, merak ve geride bıraktıkları için de hasret ve özlem duyguları onlarla beraber yola çıkar. Yolda ve gidilecek yere varıldığında da duygular sürekli değişim halindedir. Umduğunu bulamama, fiziksel ve coğrafi koşullar, yaşamı devam ettirmek için iş, eğitim, barınma gibi öncelikli gereksinimlerin nasıl olacağı sorusu sürekli zihinleri kurcalar. Diyelim ki her şey yolunda gitti ki bu hiçbir zaman böyle değildir. O zaman da geride bırakılan, yer, vatan, doğup büyüdüğü şehir, ev, gittiği okul, arkadaşlar, topraklar burunda tüter.

Gidilen yere uyum sağlayamama, kültürel farklar, kazanımlar ve kayıplar psikolog ve sosyologların derin inceleme araştırma ve inceleme konusudur.

     Bütün savaşlar, göçler, doğal afetler, beklenmedik büyük olaylar (dünyayı sarsan büyük covit 19 salgın hastalığı gibi) Yaşlılar, çocuklar ve kadınları etkiler, onlar öncelikle kurtarılmalıdır denilse de erkekler dahil bütün canlıları etkiler. Bu büyük değişim y-ol, ol-a dönüşür ve bu durum da sanatın- edebiyatın konusu olur.

Sayfa : 8